
Vizyondayken izleyemediğim, Yeşim Ustaoğlu'nun "Pandora'nın Kutusu" filmini nihayet izledim dün gece.Alzheimer olduğunu öğrendikleri anneleri vasıtasıyla bir ara gelen- ki, herbiri diğerinden farklı sorunun ve hayat standartının içine sıkışıp kalmış-üç kardeşin hikayesi.Ve tabi annelerinin...

Hasta annelerinin aralarına katılmasıyla, günümüz toplumsal yaşamın parçaladığı hayatlarındaki, ilişkilerindeki süre giden eksiklikler ve çarpıklıklar ortaya dökülüyor.Bir yabancılaşma filmi gibi nitelendirilsede, bence bir yüzleşme filmi.Film bunları ortaya dökerken, Nietzsche'nin
"umut en büyük kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır" sözündeki gibi, sanki, burdan umut çıkmaz demekte.Ama gündelik hayatın içinde kaybolmamaya, görülür hale gelmeye ihtiyaç var.Umuda ihtiyaç var.
Haberci Tanrı Hermes Olimposa giderken sırtında çok uzaklara götürmesi gereken sandığı Pandora ve eşine bırakır. Pandora merak eder kutuyu açar kendine ve eşinin üzerine pişmanlık, kızgınlık, kibir vs. gibi kötü özellikler, yaşadıkları mutlu ormana vede bütün dünyaya türlü türlü kötü özellikler yayılır. Son anda Epimetheus sandığı kapatır. Sandığın içinden bi ses gelir.Sandıktan gelen cılz ses -Lütfen beni çıkarın . Dışardaki kötülüklerle ancak ben başadebilirim- der. Bu sefer Pandora ve eşi birlikte açarlar sandığı. Sandığın dibinde bir kelebek vardır. Sandığın içindeki kelebek de Umuttur.
Son söz, çok beğendim.