30 Aralık 2013 Pazartesi

YENİ YIL SENİN, KORKMADAN YAŞA...




Yaşamaktan onur duyacağımız, barış içinde, özgürce, sokaklarında şarkılar söyleyebileceğimiz bir ülke dileğiyle yeni yılınız kutlu olsun.


B.V.


23 Aralık 2013 Pazartesi

KABUS ...





      Bu nedir böyle? Geçen haftadan beri paçavraya dönmüş durumdayım.Eskiler, gribe, boşuna paçavra hastalığı dememişler. Yattığım yerde kabuslarla boğuşuyorum.
      
      Dünyanın bir köşesinde bir ülke...Bende o ülkede yaşıyormuşum. Muz Cumhuriyeti miydi neydi adı ? Ülkenin bir köşesinde çocuklar elektriksiz, soğukta, karın altında zatürre olup ölüyor, karın içinde ayaklarında terliklerle okula gitmeye çalışıyor, işsizlikten, borçtan kendini yakanlar...Derken bir olay patlak veriyor.Büyük yolsuzluk operasyonunun görüntüleri, telefon konuşmaları ortalığı sarıyor.Rüşvet, altın kaçakçılığı, kara para aklama, akıl almaz para miktarları...Dış mihraklar, karanlık güçler lafları...Aylardır destan yazan, ülkenin polis teşkilatının, hallaç pamuğu gibi atılması...

     Offfff daralıyorumm... Yeter uyandırın beni...


B.V.

13 Aralık 2013 Cuma

ERDAL EREN...



13 Aralık tarihinin hafızalarda acı, hem de çok acı bir gün olarak yer etmesinin nedeni güzel çocuk…



"bir söz bitişi gibi son buldu sevişler
bir yaz güneşi gibi eritir bu terkedişler
bir an duruşu gibi ömrün bitişi gibi
veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler.

aman aman yandım amman
acı yüzler kurşun gibi izler
son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda"


diye haykırtan bir yaşamdır, bir ölümdür onunkisi, unutmamalı, unutulmamalıdır...


B.V.

9 Aralık 2013 Pazartesi

GOOD BYE LENİN !





“Kiev'de Lenin heykeli parçalandı.
Ukrayna'nın başkenti Kiev'de devam eden hükümet karşıtı gösterilerde bir grup Besarabska Meydanı'nda bulunan Lenin Heykeli'ni yıktı. Kalabalık grup, kırmızı granitten yapılmış heykele bir merdiven yardımıyla çıktı ve halatla aşağıdan çekerek yere düşürdü.

Ukrayna milli marşını okuyan eylemciler, balyoz ve çekiçlerle Lenin Heykeli'ni parçaladı. Olay yerine gelen polisinse duruma müdahale etmediği görüldü.

Pek ok kişi, heykelden hatıra parçası almak için birbiriyle yarıştı. Heykelden yaklaşık 40 kiloluk bir parçayı alarak lüks aracının bagajına koyan bir Ukraynalı ilginç görüntüler oluşturdu. Heykelin yakınındaki caddeden geçen araçlar da eylemcilere korna çalarak destek verdi.”



 Sabah bu haberi okuduğum zaman yıllar önce izlediğim “Elveda Lenin” filmini anımsadım. Sosyalizm ve yokoluşu bu kadar romantik bir şekilde daha nasıl anlatılabilir? Lenin heykeli aklımın en dramatik köşesinde…

“Annemin bıraktığı ülke, onun inandığı bir ülkeydi.Ve son saniyesine kadar da onu yaşamasına izin verdik. Artık varolmayan bir ülke, benim hatıralarımda hep annemle özdeşleşmiş bir ülke olarak kalacak.”

Film sosyalizme inanmış bir anne ile oğlu  arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır.
Aktif bir sosyalist olan anne, geçirdiği kalp krizi sonucu sekiz ay boyunca komada kalıyor. Çıktığında ise hiç bir şey eskisi gibi değil. Duvar yıkılmış ve kapitalizm  Doğu Almanya'nın her noktasına nüfuz bayrağını dikmek için hızla ilerliyor. Bitkisel hayatta olan sadece kadın değil, sosyalizm de. ..Kalbi ve sosyalizm damarı son derece hassas olan annesine bu durumu belli etmemek için oğul yepyeni bir dünya yaratıyor neredeyse. Bu oyunun içine çevresindeki herkesi katıyor. . Hatta bunun için arkadaşıyla birlikte çektiği haber bültenlerini annesine izletiyor, annesinin istediği Doğu Alman üretimi turşuları bulup buluşturuyor. “Sosyalistmiş gibi” yapma oyunu için en hevesli olanların yaşlılar olduğunu görüyoruz. Zira onlar, sosyalist dönemde herkesin eşit pay edinmesinin verdiği rahatlıkla yaşarken, duvar yıkıldıktan sonra yaşlıları birer yük olarak gören kapitalizm tarafından dışlananlar ve çöpten yemek aramayı normal görmeye başlayanlar haline geliyor.
Heykel sahnesi kanımca filmin en çarpıcı anıdır. Yarısı kopmuş devasa Lenin heykelinin gökte süzülüp gitmesiyle, sanki, bir tanrı alt üst edilmiştir, o tanrı tüm şaşasıyla şehri terk etmektedir.


Yıkılan bir duvarın yıktığı umutlar, başkalarını korumak için kurguladığımız yalanlara bazen korumak istediğimiz insandan çok kendimizin ihtiyacı olması...
Mutlaka izlenmesi gereken bir film…

B.V.

5 Aralık 2013 Perşembe

DELİLER !


     George Orwell “delilik tek kişilik azınlıktır” demiş çok zaman önce…Belki de kişinin en saf hali, gerçek biz...
     Deliler genellikle " sahipsiz " kalmışlardır. Neden?
Çok basit. Hepimiz delilerden korkarızda ondan. Oysa onların herhangi bir insandan daha zararlı,daha tehlikeli olabileceğini kanıtlayan ne tek bir araştırma vardır, ne de bu doğrultuda istatistiksel veriler...
   
  "Bir hasta yatmıştı.Dosyasında, çıplak bir şekilde E5 i trafiğe kapattığı için polis tarafından getirildiği notu vardı.Neden yaptığını sorduğumda, "ceketkaplumbağaseykobeşezdiler" dedi    hızla, tek kelimeymiş gibi…

 Sonradan anladım ki, bir kaplumbağanın ezildiğini görünce sinirlenmiş, yolun ortasına dikilmiş; ama insanlar sağından solundan geçmeyi sürdürünce, soyunup giysilerini ve saatini (Seiko 5) koyarak yolu kesmeye çalışmış ama onları da ezerek geçmişler.”(Bakırköy Akıl Hastanesi’nin Gizli Tarihi)

   Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde bir dönem personele okuma yazma eğitimi vermiş olan Bedia Tuncer, bir taraftan da akıl hastalarıyla ilgilenmiş ve akıl hastalarının yazdıkları şiirleri derleyerek bir şiir kitabının yayınlanmasına vesile olmuş. 1964 senesinde Matbaa Teknisyenleri Basımevince İstanbul’da basılan kitap, belki de dünyada türünün tek örneği.


İşte o şiirlerden bazıları;
FİLOZOF ET
Doğdum büyüdüm okuma, başıma oldu dert;
Askerlik çağı, vazife itham, emir, terhis et…
Dünya evi varmış, anladım o da dert!…
Alnıma çizilmiş tımarhane elim akibet cür’et
Sonu ne olur bilmem ne bir adalet?
Uyan kabrinden ey ünlü filozof sokrat,
Yolunu öğret beni de filozof et…
Ya da Allahım yeter azat et!…


Şiirlerden bir tanesi “Şizofreni” ismini taşıyor ve şairimiz! kendisini akıl hastası olarak görenlere şaştığını ifade ediyor. Şiirin altına Bedia Tuncer’in aldığı not ise enteresan:
“Günde16 paket sigara içen hastanın şiirlerinden biri daha. Bu hastanın sigara içişi kadar giyinişi de enteresandır.” 



   
 Fazla söze gerek yok sanırım.
... Ve son söz Edgar Allan Poe'dan,

"delilik sandığınız şeyin sadece
duyuların fazla keskinleşmesi olduğunu
söylememiş miydim ben size?"


B.V.



3 Aralık 2013 Salı

CİNS KIRIMI...





"Şimdi dünya boşlukta yavaş
Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın
Rüzgâr uslandı doruklarda
Dağ çiçekleri uykuya vardı
Ay bacadan aştı uyumaz mısın"

(Gülten Akın)



(Resim 100x100 B.V.)

               

2 Aralık 2013 Pazartesi

PAKOCAN


      16 Sene önce bir köpek sahiplenelim mi derken ansızın girdi hayatımıza. 2 Aylık güzeller güzeli,tatlı mı tatlı bir bebişti. O güne kadar hep sokaktaki kedi ve köpeklerle haşır neşir olmuştum.İlk aylarımız bir kabus gibiydi. Tuvalet eğitimi verene kadar, evdeki halılar silinmediği kadar silindi, yıkandı. Ama o kadar tatlıydı ki kızmak ne mümkün...Tuvalet eğitimi için verdiğim ödül çikolatasını bile, önce anlayamadı, her çiş yaptığında ödül alacağını sandı :) karşıma geçer , gözümün içine baka baka çişini yapar çikolatasını beklerdi. Büyüdükçe, bizi kızdırmaktan öte güldüren huylar ortaya çıkarttı. Ailecek evden çıktığımızda, banyodan tuvalet kağıdı sokak kapısına kadar antre boyunca çekilir, didik didik edilir, kapıyı açıp tam basacağımız yere bir çiş gölü bırakılırdı.Ve eve girdiğimizde, onu,banyoda kapının arkasında "ceza yeri"nde bulurduk.:) "yaparım, cezamı da çekerim" şeklinde kendi çapında meydan okurdu. Her zaman sokakta beslediğim köpekler olmuştur. Anneler, yavrular... Bunu hissettiği an,evde mamalarını saklamaya kalkar, dışardakilere her yemek götürdüğümde bana ait bir eşyayı dönüşte parçalanmış bulurdum.Kıskanç kızım benim:)Ama yine de kızamazdım ki...


    Onun maceraları anlatma bitmez. Onun sayesinde, etrafımızda, hayvanları sevmeyi, onları kabul edip saygı duymayı öğrenenler oldu. Şimdi 16 yaşının içinde. Ve yaşlanma süreçleri insanlar gibi... Kulakları ağırlaştı, hareketleri ağırlaştı, gözlerinde katarakt başladı, dişleri dökülüyor...
    Ona rahat bir yaşlılık sağlamaya çalışırken, ne yazık ki, veterinerinin yanlış bir operasyonu yüzünden son bir senemiz Veteriner Fakültesi kapısını aşındırmakla geçti.
    Bu sabah yine oradaydık. Hastalığı metastaz yapmış ve akciğerinde bir tümör mevcut. Sevgili Pako'm yaşlandıkca kendimi doğal sürece hazırlasam da, onu çaresiz görmek içimi çok acıtıyor. Bir köpek bir insanın ruhuna bu kadar derin mi etki eder? Hayatımıza renk, anlam ve sevgi katan Pako'mla belki de yolun sonuna geldik.
     Bir çok insana, tüm canlıların yaşam hakkına saygıyı ve hayvan sevgisini hissettirdiğin için, hayatımıza kattığın renk için çok teşekkür ederim SEVGİLİ KÖPEĞİM...

B.V.

29 Kasım 2013 Cuma

KATHE KOLLWİTZ' den CUMARTESİ ANNELERİNE...



“Her savaş kendisine cevap verecek başka bir savaşı içinde taşır.Her savaşa yeni bir savaş cevap verir, ta ki herşey paramparça oluncaya dek.İşte bu yüzden bu deliliğin son bulmasını bu kadar candan destekliyorum ve bu yüzden tek umudum dünya sosyalizmi”

Günlükler, 21 Şubat 1944

Ressam,oymabaskı sanatçısı ve heykeltraş Kathe Kollwitz… Sanat eğitimine 1884'te Berlin'de başlayarak, 1888-1889 yıllarında Münih'te sürdüren Kathe, 19. yüzyılın sonunda işçilerin ve halkın içinde bulunduğu olumsuz koşullardan, toplumsal adaletsizliklerden derinden etkileniyor, yapıtlarında gerçek yaşamda tanık olduğu insanlara ve olaylara yer veriyordu. Büyükbabasının "yetenekli olmak insana sorumluluk yükler" sözlerini aklından çıkarmayan ve "sanatçıyı çağının yarattığını" düşünen sanatçı, daha sonraki çalışmalarında hep açlık çekenlerin, ezilmişlerin, horlananların yanında oldu. 1894'te bir tıp öğrencisi olan Karl Kollwitz'le evlendi.



Kathe Kollwitz’in yoksulluk, isyan ve acıyla örülmüş çalışmalarına,Birinci Dünya Savaşı ile birlikte, ikinci oğlu Peter’i kaybetmesiyle ölüm de eklenir.
Kate Kollwitz, 78 yaşında, arkasında onlarca resim ve heykel bırakarak İkinci Dünya Savaşının bitmesini göremeden hayata gözlerini yumdu.



“Anneler Kulesi (Tower Of Mothers) birbirine sarılmış isyankar kadınlar…Tıpkı Plaza De Mayo anneleri, cumartesi anneleri gibi…
Cumartesi annelerinin yarın 453.haftaları…
“Her köşebaşında polis kimlik sorar
Bende yaremi çıkartıp gösteririm”
Hicri İzgören
Yarın günlerden CUMARTESİ ..VE BENİM ANNEM CUMARTESİ..


B.V.

18 Kasım 2013 Pazartesi

MUNCH | WARHOL




     CerModern ve Norveç Büyükelçiliği, yirminci yüzyılın en sıradışı ve yaratıcı iki baskı ustasını, Edvard Munch ve Andy Warhol’u sıradışı bir sergiyle Ankaralı sanatseverlerle buluşturdu.
Dönemindeki   (1863-1944)  diğer bir çok sanatçı gibi empresyonizm ve post empresyonizm in etkisinde kalmasına rağmen daha çok ekspresyonizm in gelişmesine önemli bir katkıda bulunmuş olan Edvard Munch'ün en ünlü tablosu yalnızlık korku ve toplumsal yabancılık gibi kavramların çok enfes bir biçimde şekil aldığı “çığlık” tablosudur.






     Andy Warhol popart ın babası…Sergi, bu sıradışı iklinin, Varoluşçu-ekspresyonist Edvard Munch   ve sakin ve bağımsız Andy Warhol’un   belirgin benzerliklerini ortaya çıkarmak amacıyla yine sıradışı iki küratör Patricia G. Berman ve Pari Stave tarafından derlenmiş. Yirmi yedi seçkiden oluşan sergide, Munch’ün yüzyılın başlarında ürettiği dört taşbaskı serisi olan Çığlık, Broş, Madonna, Eva Mudocci ve İskelet Kol adlı dört motifinin baskılarının  1984 yılında Warhol tarafından çok özel tekniklerle yaratılan pano baskı serilerinin yeniden formülasyonu sunulmaktadır.




      Bu "çığlık" neyin çığlığı dersiniz? Doğanın insanda yansıyan çığlığı mı, insanın yalnızlığını, çaresizliğini, korkusunu anlatan bir çığlık mı yoksa insan olarak geldiğimiz, durduğumuz noktayı fark edenlerin çığlığı mı? Fark etmeyenlerse hâlâ kendilerini dünyanın merkezi sanıyorlar, her şeyin onlar için ‘yaratıldığını’ ve her şeyi kullanmaya, azaltmaya, kirletmeye, bozmaya hakları olduğunu düşünüyorlar. Çünkü onlar ‘insan’ı bu evrenin en değerli varlığı olarak bahşediyor..

Oysa doğaya hükmettiğimizin, doğayı doğadan çaldığımızın ve dünyayı yavaş yavaş yok ettiğimizin farkına varan ve bunun anlamsızlığını savunanların çığlığı bu..

B.V.


15 Kasım 2013 Cuma

MEXICAN ART- Gelenekten Modernizme Meksika Sanatı



 Geçen cumartesi Cer Modern’de sanat dolu bir gün geçirdim.
CerModern, Meksika sanatının ilk kez en geniş kapsamla derlenen sergisine ev sahipliği yapıyor. Visions of Mexican Art, Gelenekten Modernizme Meksika Sanatı Sergisi, 20 ve 21. yüzyılın tanınmış Meksikalı sanatçılarını kapsayan 54 eserden oluşmakta.



Son 70 yılda Meksika’da sanat üretiminin beş önemli  hareketini içeriyor.Meksika Resim ve Heykel Okulu, Kırılma, Sihirli Gerçeklik, yeni Meksikanizm ve Postmodernizm.Aynı zaman da Meksika’nın sosyal ve politik tarihine göndermelerde bulunan resim, heykel ve fotoğraftan oluşan sergi, ülkemizde de tanınan Diego Rivera ve Jorge Marin gibi sanatçıların eserlerine de yer veriyor.



1970'lerde, 1968'in öğrenci ve işçi devrimleri gibi olaylarla hareketlenen radikal değişimler hakkında farkındalığın yaratılmasını amaçlayan,sokaklara çıkmak ve duvarları ve popüler medyayı kullanarak yapıtları aracılığı ile mesajlar veren ortak çalışma grupları ortaya çıkmış.



Görsel sanatlarda ve özellikle genç sanatçılarda, "Meksikalı"nın dirilmesi ile karakterize edilen postmodernizmin yerel versiyonu sıklıkla görülmeye başlamış.






Mexsican Art-Gelenekten Modernizme sergisi,Meksika sanatı sanatı hakkında bütüncül bir kapsam sunmayı hedeflemiyor.Ancak,Türkiye'de ilk kez sergilenen Meksika ve Latin Amerika'da sanat eğilimleri ve akımları hakkında geniş bir bilgi içermekte.




5 Kasım 2013 Salı

CİNS KIRIMI


   Uzuuun bir aradan sonra merhaba...

   Kadına yönelik şiddetin ve çocuk gelinlerin hüzünlü öyküleri, geleneksel önkabuller, devletin ve toplumun duyarsızlığı ile büyüyor.Kız çocuklar, aile için gözden çıkartılabilecek "fazladan bir boğaz".Gelin gittiği ailede yediği yemeğin karşılığını erkeğe cinsel hizmet ve ev işleri ile ödemek zorunda olan bir köle.
    Nasıl duyarsız kalınabilir ki?