30 Kasım 2010 Salı

Anılar (MİM)



Yaz rehavetinden sonra bloglar epey hareketlendi ve mim furyasıda damgasını vurdu bloglara. Bu kez sevgili minimalist tarafından mimlenmişim. Hem de oldukça ağır bir mimle... ( Sanki ağır cezada hüküm giymiş gibi oldu :)

"Sizden anılarınızla,anılarınızın değeriyle ve onları yüklediğiniz eşyalarla ilgili bir yazı yazmanızı istiyorum."

İlk aklıma gelen, "11 e 10 kala" filminin kahramanı Mithat Bey oldu. Mithat Bey, yaşamı bir bütün olarak algılayan, şimdiki zaman ve geçmiş arasında ayrım yapmayan biri. geçmişin tozları onu astım yapsa da Mithat Bey için farketmiyor. Çünkü gelecek yaşam geçmişle birlikte değerlendirildiğinde anlamlı...

Filmi izlerken, saklamaktan mutluluk duyduğum şeyleri düşünmüştüm. Sakladıklarım çok değil. Pek kolleksiyoncu bir ruha da sahip değilim. Kitap ayraçlarım olmazsa olmazlarım.Herhangi bir anıya sahip değiller elbette...



Ama, ya 12 yaşımdan kalan,mavi plastik kaplı, üzerinde şiir yazan hatıra defterim !



Hatıra defteri... Ortaokul sıralarında çoğumuzun olmuştur sanıyorum. Kah kuşlar, kah kelebeklerle dolu olur, bazılarının içinde çiçekler açardı. Yıllar boyunca saklanacak olan bu yazılarda akılda kalmak, bazen diğer yazan kişilerden bir adım öne çıkmak gibi dertler hasıl olsa da, "bana kalbin kadar temiz bu sayfayı ayırdığın için" diye başlayan, "umarım bir gün gelir bu sayfayı okursan seni çok seven beni hatırlarsın" diye biten cümleler...Yıllar sonra baktığımız da, kurulan cümleleri okuyup,"ne kadar saf çocuklarmışız" dedirten, sepetli yumurtalı maniler...



İlk sayfasını babama ayırdığım defterimi, bugün elime alıp tekrar okuduğumda da,"ne kadar saf temiz çocuklarmışız" sözleri döküldü ağzımdan.

sepet sepet yumurta
sakın beni unutma
unutursan küserim
gözlerinden öperim.

Sakladıklarımdan bir diğeri babamın lise diploması. Kabataş Erkek Lisesi'nde, edebiyat öğretmenleri Faruk Nafiz Çamlıbel'le anılarını dinleyerek büyüdüğüm, çok erken kaybetmiş olsam da, bana şiir ve edebiyat sevgisini aşılayan sevgili babam...



İşte böyle bir şey...


aslan

HÜSEYİN USTA

Guven


mimlendiniz...Kolaylıklar dilerim.

26 Kasım 2010 Cuma

ZİYAN

köpekçi cuma , “abi gel” dedi.
“gel abi! bak moral ekibi gelmiş!”

“vatanı korumak moral bozucu bir şey mi ki gelmişler?”

Her Hakan Günday kitabında olduğu gibi süper aforizmalara sahip kitap. Ama bu kitabı diğerlerinden daha başka sanki, çok cesur, çok sert … Yazılmaması, okunmaması, hatırlanmaması ziyan olurdu ancak.


1926 yılında Atatürk'e suikast hazırlığı yapıp yakalanan Ziya Hurşit'le günümüzde askerliğini yapmakta(!) olan kahramanımızın hayatlarının kesişimini anlatıyor.


Kitap, Mustafa Kemal'in bir fotoğrafıylave çarpıcı bir paragrafla başlıyor."Gazi, Dikmen sırtlarında dinleniyor.12 Şubat 1921"

"Gözlerimin hizasına asılmış fotoğrafın altında böyle yazıyordu: Gazi dinleniyor...Ama dinlenmiyordu.Atatürk'ün yüzlerce fotoğrafını görmüştüm. Bu fotoğrafta dinlenen bir adam yoktu.Böyle bir adam görmüyordum.Ben bu fotoğrafta, bizden bıktığı için gözlerini kapatan birini görüyordum.Hepimizden herşeyden bıktığı için, bize bakmaktan vazgeçmiş birini görüyordum. kurtarmak istediği insanların gerçekte bir sahtekarlar sürüsü olduğunu, onca çabasının hiçbir şeye değmeyeceğini düşünen bir adam görüyordum. Herşeyi bırakmak herşeyden vazgeçmek, herşeyi siktir etmek isteyen bir adam. Hiç farketmez, d,ye düşünen bir adam. Ölerek donmayı ya da donarak ölmeyi bekleyen bir adam. Bu yüzden kapalıydı gözleri. Üşüdüğünden değil, duymamak için örtmüştü kulaklarını."


“Zorunlu askerlik hizmeti, emek, zaman ve kaynak israfıdır. Erlik, derhal bir meslek statüsü kazanmalı ve profesyonel ordunun bir parçası haline gelmelidir. Her üç ayda bir toplanan yüz binlerce genci askere dönüştürmek için harcanan çabanın onda biriyle ordunun işlevselliği on kat artırılabilir. Sosyo-ekonomik açıdan geri bırakılmış toplumun zorunlu askerlik hizmeti yoluyla olumlu anlamda biçimlendiği düşüncesi asla geçerli değildir. Bunun kanıtı, nesillerdir askerlik hizmetini tamamlamış erkeklerin yönlendirdiği günümüz toplumunun mevcut düzeyidir. Askerliğin insanı adam ettiğine ilişkin inanç, bütünüyle temelsizdir. On dokuz yaşına kadar cahil bırakılmış genç erkekleri dayatma yoluyla, on beş ay içerisinde bilinçlendirmek mümkün değildir. Dolayısıyla, 460 gün boyunca izmarit toplayarak mıntıka temizliği yapmış olanla, kanalizasyonu denize akıtan aynı kişidir. Dolayısıyla, 460 gün boyunca vatan sevgisi aşılanan insanla, devletine kazık atan aynı kişidir. Dolayısıyla, 460 gün boyunca vatandaşını adam etmek için uğraşanla, insani gelişmişlik endeksinde dünya 84'üncüsü olan aynı ülkedir. Ordu, zorunlu katılımlara ihtiyaç duyamayacak kadar ciddi bir kurumdur. Aldığımız eğitimin süresi on haftadır. Çağdaş hiçbir ordu on haftalık erlere güvenerek varlığını sürdüremez. Kahramanlık şiirleri okuyan ve komando üniforması giymiş beş yaşındaki çocuklar kadar asker olan bizler, bu vatan için öleceğiz. çünkü ne savaşmayı biliyoruz ne de hayata dair bir umudumuz var!" ( S.121 )



Peri ve şan kelimeleri bir araya gelir, bu topraklarda perişan adlı kızlar yaşar.
Doğu'da kızlar, kadın doğar. Ecellerinden önce ölürler. ilk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek, o kadar çok kadın gömer ki toprak bile dişidir. Bu yüzden toprak ana diye bilinir. Perilerin şanı buradan gelir. Diri diri gömüle gömüle toprağı bile kadın yapmışlardır. Bu yüzden verimsiz ve çoraktır. Buna da, kadının intikamı denir. ( S.159 )



...aslında anlamalıydık. İlkokulun bahçesinde uyanmalıydık. Hazır ol! rahat! hazır ol! dikkat! sağa bak! tesadüf değilmiş hiçbiri. Devamı varmış meğer. Alıştırmaymış onlar. Gerisi buradaymış. Milliyetçiliğin bir din olduğu bu ülkede, zorunlu hale getirilmediği takdirde askerlik hizmetine gönüllü bulamayacaklarından korktuklarını anlamalıydık! Bir zamanlar, üzerimdeki tişörtte sarı, yeşil ve kırmızı yüzlü bir bob marley taşıdığım için, polis tarafından çevrilip "bu da ne?" dendiğinde anlamalıydım. "reggae!" dediğimde "nerede?" diyen polisin terör tehdidiyle dolmuş boş bakışlarından anlamalıydım. Hiçbir yerinde bob marley yazmayan ve karanlığın içinden çıkan saçsız yüzün, herhangi bir pkk liderine ait olabileceği şüphesiyle karakola götürüldüğüm gün anlamalıydım. Annemin, ayrıntılı tariflerimle cd' lerimin arasında bulduğu legend albümü ile odamdaki bob marley posterini söküp getirmesi sonucu serbest bırakıldığım an anlamadıydım. Bir takım renk, ses, harf ve işaretlerin bir takım orospu çocukları tarafından rehin alınmış olduğunu anlamalıydım. sarıyı, yeşili, kırmızıyı çoktan dağa kaldırmışlardı! En boktanı da bunları onlar seçmişti! Bize en ufak söz hakkı kalmamıştı. ( S.163 )


Ve kitabın son cümlesi ; “Şu an donarak ölmekte olan Mehmetçiklerimize buradan kucak dolusu sevgiler”



25 Kasım 2010 Perşembe

MİM




Sevgili deepblueeagle, derici sevdiği pöstekiyi yerden yere vururmuş misali yine mimlemiş ve zorlayıcı bir mim göndermiş.Yazarken bir yandan da düşünüyorum kimleri zora soksam diye :)

Evet mimimiz ve cevaplar karşınızda…

1-· En sevdiğiniz kelime: Canım (günümüzde çok ucuzlatılsa da sevginin en yalın en temiz ifadesi olarak gelir bana)

2-Nefret ettiğiniz kelime: Tek bir kelime değil de bir cümle den nefret ediyorum.” KAÇ PARALIK ADAMSIN"

3-Ne sizi heyecanlandırır: Çok şeyden çok değişik heyecanlar duyabiliyorum

4-Heyecanınızı ne öldürür: Kendim…Benim dışındaki şeyler sadece canımı sıkabilir.

5-En sevdiğiniz ses: Dalga sesleri

6-Nefret ettiğiniz ses: Siren

7-Hangi mesleği yapmak istemezsiniz : Bankacı

8-Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz: Resim de eşsiz olmak isterdim (biraz bencilce ama :)

9-Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz:Hiç böyle bir arzum olmadı , kendimden memnunum sanırım :)

10-Nerede yaşamak isterdiniz:Deniz ve ormanın iç içe geçtiği ama teknolojiden uzak olmayacağım bir yer :)

11-En önemli kusurunuz:Zaman zaman ani patlamalarım (sanırım çok fazla sabırlı olmamdan)

12-Size en fazla keyif veren kötü huyunuz:Tabii ki sigara

13-Kahramanınız kim:Yok

14-En çok kullandığınız kötü kelime: Pislik

15-Şu anki ruh haliniz: deepblueeagle’ı boğmak istiyorum :)

16-Hayat felsefenizi hangi slogan özetler : Dalgaları aşmak

17-Mutluluk rüyanız:Kesin bir mutluluk rüyam yok.Mutluluk “an” larda

18-Sizce mutsuzluğun tanımı : kendini sevmemek

19-Nasıl ölmek isterdiniz : üç gün yatak dördüncü gün toprak misali :))

20-Öldüğün zaman cennete giderseniz Allah’ın size ne söylemesini istersiniz: 20 yaş ve şu an ki düşüncelerinle seni geri gönderiyorum .


Ezgilimelodi, Antipatik Yazar, JİVAGO ,Agresifboy ve minimalist mimlendiniz efendim kolay gelsin :)

Almora'da eşlik etsin.

(Resim Ben Goossens)

24 Kasım 2010 Çarşamba

Eğitimin Hamalları

“İki Dil Bir Bavul” filmini yaklaşık bir sene önce izlemiş ve hemen post yapmıştım.Önceki gece Tv de rastlayınca tekrar izledim, Denizli’den kalkıp Siverek’in bir köyüne gelen yeni mezun Emre öğretmeni ve Türkçe bilmeyen o güzel çocukları…Beş sınıfı bir arada okutan,birinci sınıflara, müfredata geçmeden evvel , türkçe öğretmek zorunda olan Emre öğretmenin özveri ve yalnızlığını…

Bugün "Öğretmenler Günü"...Gazetede bir başlık... "Eğitimin Hamalları"...Avrupa'da bir öğretmene verilen ücret,Türkiye'de üç öğretmenin maaşına denk geliyor.Türkiye Macaristantan'dan sonra en düşük ücret veren ikinci ülke. Türkiye'de yaklaşık 710 bin öğretmenin 67 binini sözleşmeli, 66 binini ise hiç bir sosyal güvencesi olmayan ücretli öğretmenler oluşturuyor.Ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısı ise 400 bine yaklaşıyor.

Her yıl "24 Kasım Öğretmenler Günü" biraz daha buruk.Aynı buruklukla ve utanarak, öğretmenlerimizin gününü kutluyorum.


İki Dil Bir Bavul 1
Yükleyen kurul_67. - Aile videolarını izleyin.

21 Kasım 2010 Pazar

MİM & MİM



Henüz yeni bir blogcu olan ve yazılarını beğeniyle izlediğim Sevgili deepblueeagle mimlemişti ve epeydir bekliyordu bu mim.Derken Sevgili JİVAGO'dan da bir mim geldi.Her ikisine de teşekkürlerimi sunarak cevaplamaya çalışayım.

İlk mimin konusu ;"Garip alışkanlıklarımız ve yapamadıklarımız nelerdir?"
Tabii "benim garip taraflarım var mı yahu" diye bir düşündüm.hani ilginç olabilirim de,garipliği olmak bir başka :)) Şaka bir yana,mutlaka, bana çok doğal gelen ama başkalarına garip gelen huy ve davranışlarım ne olabilir ki ? (başkalarına sormak lazım :))
Bir kadın olarak, matkapları çok sevmem,yeni modellerine hayranlıkla bakmam ve sesinden hiç rahatsız olmamam garip olabilir mesela.Tabii bilumum tamirat işlerini seviyor olmam da...Bu nedenle ustalarla, nalburlarla hoş diyaloglarım vardır.
Hiç bir hayvana karşı karşı korku duymuyor olmam (da doğrusu ,korkularımın olmaması) başkasına tuhaf gelebilir.
Bir de, denizde tek başıma epey açılıp karayı izlemek (gözler kartal mübarek)çok hoşuma gider.
Garip değilim değil mi ? :)
Şimdi kimleri zora soksam acaba :))

Syhn

Çınar

ezgilimelodi

lityummm


Kolay gelsin efendim, Sevgilerimle...


Gelelim ikinci mime...Dost JİVAGO'dan da hoş bir mim gelmiş.Durum şöyle ; "Kitaplığınızın karşına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin. Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız yada hediye gelmişte olabilir anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın. Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu! 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin.
Kuralları da var..
Mim Kuralları:
- Mimlenenler mimi cevaplamak zorundadırlar, mim bozulamaz.
- Mimin bozulması teklif dahi edilemez.
- Mim yalnızca 3 kişiye gönderilebilir.
- Karşılıklı mimlemeler yasaktır.
- Mim, her bir blog için sadece bir kez cevaplanabilir.
- Mim kurallarının ilk 6 maddesi değiştirilemez.

Elime gelen kitap, Yılmaz Odabaşı'nın kitabı "Feride"...Bir nehir şiir, uzun soluklu bir söylem bir şiirde bütünleşmiş.Toplam 54 bölüm ve tek bir şiir.55. Sayfa da ise XXV.bölüm var.




Birazdan kapılar kırılacak belki de...
Birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde.

Biz diz kırarken sinesinde sancının,
yolunur papatya, deşilir ten ve yara da...

Çünkü ölmek günleri biraz da,
gülmek günleri (de) inadına;
gün gülümsemeleri ardında...

Gün gülümsemeleri ardında
dağlandıkça
dağlaşarak
ve dağları sevmeye yaraşmak...

Yaraşmaya
yanaşmak günleri...

/Sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi,
çarpıp durayım güvertelerde gözlerine.../

Esmir, deepblueeagle ve İ.x.İ.r mimlendiniz. Sevgilerimle...

12 Kasım 2010 Cuma

Annem annem...

"Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gbii sessizce alır yol,
sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol."

Yahya Kemal annesini henüz 13 yaşındayken kaybettiği için, şiirlerinin önemli bir kısmı ölüm üzerineymiş.

Ben seni o kadar erken kaybetmedim anne. Çok hastaydın, acı çekiyordun ve bir yatağa mahkum olmuştun. Senin acılarının bittiğini düşünmemiz tek tesellimiz.

Son gün ( 2 Ağustos ), getirdiğimiz doktora çok acı çektiğini söylediğimiz de,"acı duymuyor" demişti. Sonra öğrendim ki,ölümden önce, vücut yüksek miktar da endorfin salgılarmış ve acı duyulmazmış meğer...Hemen gideceğini hiç düşünemedik,daha doğrusu yakıştıramadık.Önce bir son nefes geldi...gittin...

Bir sevdiğimizi kaybettiğimiz de kalbimizde kırk mum yanmaya başlarmış.Yaşadığımız acının miktarı bu mumların sayısıyla orantılı olurmuş.Sevdiğimizi kaybettikten bir gün sonra mumlardan biri biri sönermiş.39 Mum kalırmış geriye.Üçüncü gün bir mum daha sönermiş, bu böyle devam edip gidermiş ta ki yüreğimiz de bir mum kalana kalana kadar ; asla sönmeyecek olan bir tek mum...

Acının azalması doğalmış, olması gereken buymuş zaten.Mumları tekrar yakmaya kalkışmanın o kişiye minnet göstermek, sevgimizi kanıtlamak gibi bir anlamı olmazmış aslında. İhtiyacımız olduğu halde kaybettiğimiz bir insan için kendimizi yok etmek, bize ihtiyacı olan insanlara, istemeden de olsa ihanet etmemiz anlamına gelirmiş.

Şimdi babamla bir aradasınız .Henüz 15 yaşındayken kaybettiğim babamdan kalan bir tek mum yanmaya devam ediyor.Senin mumların henüz azalmadı annem...

(27 Ağustos'ta yazılan ama yayınlanmayan bir yazı)

9 Kasım 2010 Salı

Ruhunuzu yüzünüze giyebilecek kadar cesur musunuz? (12)




Dostoyevski geldi ansızın
hiç konuşmadı
serüvenci bir düşü
kentten kaçmıştı

şiirler okudu konçinalar
bir plak intihar etti
direniyordu gece
kardan kandiller sönük

düellosuna
satranç oynadık Puşkin'le
vuruldu
geceyi uyku tutmuyordu





( Şiir Orhan Veli )

8 Kasım 2010 Pazartesi

New York'ta Beş Minare




Geçen hafta fragmanını izlediğim Mahsun Kırmızıgül filmi “New York’ta Beş Minare” filmine , galiba bu sefer Mahsun bir şeyler yapmış diyerek ,koşa koşa gittim.

Filmin resmi sitesinde konusu; “Kırmızı bültenle aranan ve ismi fenomene dönüşen radikal dinci bir örgütün lideri Deccal kod adlı suçlunun Amerika’da yakalandığı bilgisi gelir. Teşkilatın en başarılı iki polisi Amerika’ya suçluyu teslim almaya giderler. Bundan sonrası kolay gibi görünür ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir. İstanbul, New York, Bitlis üçgeninde geçen hikaye, yakın dönemin Türkiye’sini sorgularken, 11 Eylül sonrası Amerika ve dünyanın İslam ile olan paranoyasının altını çizecektir” şeklinde özetlenmiş.

Mahsun Kırmızıgül için önyargılı değilim ama maalesef yine, ne sağlam bir senaryo, ne sağlam bir kurgu ne de sağlam bir yönetmenlik…Mutlaka beğenenler de olacaktır.Bir film eleştirmeni değilim ve genellikle beğendiğim filmleri paylaşırım.Bu kez öyle olmadı.çok kısıtlı bütçelerle,gerçekten sinema adına iyi niyetle yapılan filmler çok az salon bulabilirken hatta bulamazken, gittiğim sinemada iki salonda gösterimdeydi New York’ta Beş Minare ve sanırım 800 küsür salonda gösterime girmiş.

Film, bir gazetecinin aracının havaya uçması sahnesiyle başlıyor, “suçlular bulundu mu ?
- hayır , bu tür olaylarda malesef suçlular bulunmuyor “ gibi basit bir replikten öte yer almıyor.Bu ve bunun gibi sahneler filmde hiçbir yere oturtulmamış. Ülkücülerin yemin töreni,Ali Sürmeli’nin başını çektiği cemaat gibi…Mahsun’a gelen bir telefondan sonra onlarla ilgili bir şeye rastlamıyoruz filmde bir daha.Fragmanlarda kullanılarak film çarpıcı hale getirilmiş. Kötü adamın hemen yakalanması ve nasıl yakalandığının da meçhul olması aynı şekilde aksıyor.

Sanırım Kırmızıgül, ılımlı İslam,radikal İslam, dinler arası diyalog gibi ( bu arada bir de kan davası var filmde ) bir şeyler yapmaya çalışmış ama kırmızı bültenle aranan bir adamı gayet profesyonel bir şekilde şekilde kaçıran bir cemaatin çok masum gibi gösterilmesi de biraz soru işaretleri oluşturdu kafamda. Mahsun Kırmızıgül sanki sol gösterip sağ vurmuş.

Diyaloglarla ilgili de çok şey söylenebilir ama kendimi daha fazla Atilla Dorsay hissetmeden noktalıyayım.:)






5 Kasım 2010 Cuma

DUYURU

Sevgili Çınar ve Zeugma'nın duyarlılık göstererek,beni uyarmaları ile nahoş bir durumdan haberdar oldum.

Bazı arkadaşlar blogumu ziyaret etmek istedikleri zaman,''Bu siteyi ziyaret etmek bilgisayarınıza zarar verir.Kötü amaçlı yazılım barındırıyor..." uyarısı alıp engelleniyorlarmış.

Bu konuda bilgi sahibi arkadaşlar yardımcı olursa çok sevinirim.

2 Kasım 2010 Salı

Lovely Blog Ödülü



Bugünler de tembelliğim üzerimde olmasına rağmen ( ki yorumlara cevap bile yazamıyorum) üç şekerden, şeker gibi tatlı, sevgi dolu bir ödül geldi.Sanırım biraz hareketlenmem gerekiyor.:)

Sevgili •๑ஐ•Kelime Yığıcısı•๑ஐ•, Sevgili deep ve Sevgili bonafide ye layık gördükleri için çok teşekkür ediyorum.




Elbette bu güzel ödüle güzel bir müzik gerek...



Her mim gibi bunun da kuralları var tabi...

Kural 1- Ödülü kabul etmek ve ödülü veren kişiyle bloğunuzda bağlantı kurmak.

Kural 2- Ödülü 15 blogcu arkadaş ile paylaşmak, genele bırakmamak.

Kural 3- Seçilen 15 blogcu arkadaş ile iletişim kurmak ve seçilmiş olduklarını bildirmek.

Sıra bu sevgi dolu ödülü blogdaşlarla paylaşmaya...

1- Esmir
2-Zeugma
3-JİVAGO
4-Antipatik Yazar
5-ayşegül
6-Kısaca Fd
7-minimalist
8-ezgilimelodi
9-Syhn
10-aslan
11-ECEHAN
12-CEPAYNASI
13-MoMo
14-HÜSEYİN USTA
15- Ve Bilge artık link vermeyi öğrenmenin zamanı geldi :)

Sevgilerimle...