28 Temmuz 2010 Çarşamba

Okuduklarımdan...




Hakan Günday’ı “Azil” romanı ile tanımıştım.24 yaşinda yayımladığı ilk kitabi Kinyas Ve Kayra ‘yı ise yeni okudum.Yazdıklarıyla uçları zorlayan bir yazar.Hikaye ilerledikçe içine çeken , zekice yazılmış ve kurgulanmış sıradışı bir roman…

Okuduktan sonra örnek alınamayacak kadar uzak, her kelimesinde kendini bulacak kadar aşina..


"Düşün! Bize matematik dünyasının kurgusal ve sonsuz olduğu öğretildi.Bunu kabul ederim.1 den sonra 2 gelir dendi.Bunu da kabul ederim.Ama sonra , 1 ile 2 arasındaki sonsuzluğu düşündüm.peki o nereye gitti? İrrasyonel sayılar varken, bir sayıdan sonra diğer bir tamsayı nasıl gelebilir? Eğer 1 den sonra virgül konursa ve bunun da kıçına sonsuz sayı konulabiliyorsa 2 nasıl gelir? İşte! Soru bu! Yanıtsız bir soru . Ve işte matematiğin hatası! Dolasıyla matematik yok.Onun üzerine kurulmuş dünya düzenide yok…Ama ben anlayabilirim.Anlayabilirim bu sorunu. Yani hiçbir sayı tam değildir. Demektir ki, 1,999…9’u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız. ..Ve dünya da aslında tam gibi görünürken, aslında bir irrasyonellik harikası.Evrende uçuşan kocaman bir irrasyonellik.belki de onu anlamlandıran üzerinde yaşayan akıl sahibi yaratıklardır.Ama onların da bizi getirdiği nokta ortada!"


"Benim adım Kinyas. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları için. Hayattan midem bulanıyor... Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim.
Benim adım kaygusuz abdal. Tanrıdan vazgeçtim. Ölmekten vazgeçtim. Çünkü ölürsem ve
yukarda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem
gerekecekti. Ölmek istemiyorum çünkü tanrıyı da öldürürüm diye korkuyorum. Ve böyle bir vefata benden başka kimse dayanamaz. Hayatımı diktiler. Oysa ben yırtmak için çok uğraşmıştım."


"Yaşayarak intihar etmeyi seçenlere yardım edilemez. Bir stil meselesi. Ya ağzına sıktığın bir otuzsekizlik ya da ölene kadar oksijenle zehirlenmek. Seçersin ölümü."


"Evine altın madalyayla dönenin ülkesi patlamış bombaların altında. Ne fark eder! sporcuyuz. Yasal mücadele! yasal dövüş! yasal vahşet! yasal sömürü! spor. "


"Ve her ışığa tuttuğum banknotta, insanların da gerçekliğinin bu şekilde anlaşılamıyor olmasına şükrettiğimi hatırladım... "


"Hiçbir şey yok!hiçbir şey yok!Hiçbir şey yok!artık zamanı geldi.Artık acı zamanı.Şiddetin şiiri duyulmalı,kargaşa başlamalı,insanlar ağlamalı.Dünya üstündekileri kusturacak kadar hızlı dönmeli."
kayra

"Mutlu olunabileceğinin en büyük kanıtıyım.İnsanlık,ahlak ve toplum adına onu da kurtarmak istiyorum.Gerçek isminin kayra olmadığını hatırlamasını istiyorum.Ve artık bilmesinin zamanı geldi!Gözlerini açmalı.Nefsine sahip çıkmasının zamanı geldi.Hayat reddedemiyeceği kadar güzel ve gerçek.Bu hayatta umut,sevgi,dostluk,insanlık var!Ölüm ise boş bir kağıt!
Kayra,yolculuğunun parçaladığı hayatını toplayıp geri dönmelisin.Çünkü burada her şey var!...her şey var!her şey var!"
kinyas


"Çok şey gördüm, beni yüzüstü gömün..."



24 Temmuz 2010 Cumartesi

Okuduklarımdan...




Reklamı çok yapılan, çok satılanlar listesindeki kitapları almak gibi bir alışkanlığım olmadığı halde, Temelkuran'ın "Muz Sesleri" ni aldım.Bir Beyrut romanı. Ama okudukça hayal kırıklığı yaşadım.Karışık bir kurgu, derinliği olmayan karakterler, yüzeysel aşklar...Sadece, güzel aforizmalarla süslenmiş roman...Kitabın ismi de ilgimi çekmişti.Temelkuran diyor ki, muz sesleri'ni (çuk çuk çuk çuk diye anlattığı) duyabilmek için etrafta başka bir ses olmaması gerekirmiş. Çok kısık çıkarmış bu sesler ama dikkat verilirse çukuçukuçukuçuk diye tüm tarlaya yayılırmış. Ortadoğu'da o kadar çok gürültü varmış ki insanların sesleri duyulmaz olmuş. Muz sesi, ortadoğu insanının sesini yansıtan bir metaformuş.

"Dilini bilmediği bir yerde ağlamak fenadır. Çünkü seni senin dilinde susturacak kimse yoktur. Böyle ağlayınca da kendisininkinden başka bir dille susturulamaz insan."

"Acı insanları gövdelerinin dışına kaçırır. Acının gövdelerinden geçmesini beklemek için etlerinden gider insanlar….. Oysa ruh, böyle yas tutar. Gövdeden giderek... Ruh bir gün acısı geçtiği için değil, gidecek başka yeri olmadığı için geri döner. Şatilla’dakilerin kendi etlerinden başka bir evi, ülkesi yoktur."

"Sakın bir eve sığacağım diye bükülme"

"Çakıl taşı gibiydi çünkü annen; kamptaki kimsenin daha önce görmediği türden bir çakıl taşı. Durmuştu, kanı bile durmuştu. Kadınlar bu işlerden anlarlar, kanı elleriyle ısıta ısıta yeniden akıtırlar. Öğrenmezler, kadınlar avuçlarının içinde bu bilgiyle doğarlar. Küçük kız çocukları bu yüzden hep tedavi edecekleri bir şey ararlar."

22 Temmuz 2010 Perşembe

MiM...



Uzun süredir Ayvalık'tayım ve doğal olarak bir rehavet içindeyim.Sevgili İ.x.İ.r tarafından mimlenmişim.Prensese çok teşekkür ediyor ve kucaklıyorum.

Felsefem - Dalgaları aşmak
Hayat - Gerçekten sahip olunan tek şey
Çocukluk - Masumiyet
Gözler - Gerçek
Yıldızlar- Gökyüzünün yakamozu
Güzellik - Detaylarda saklı

Sevgi - Tek anahtar
Aşk - Libidal saplantı
Müzik - Kulağın içkisi (direk ruha gider)
Dost - Az bulunan bir tür
Para - Değişim aracı
Zaman - Real ve sürreal tuhaflık ( o mu geçiyor,biz mi içinden geçiyoruz?)

Savaş - İnsanlık suçu
Ağlamak - En doğal dışavurum
Deniz - Düşünceler gibi başıboş,özgür
Ayna - Narsistlerin baştacı
Hayal - Tam yetkili özgürlük

Bu güzel mimi,Yaşar,Bilge Konfigürasyon Mühendisi ve mustafa tr'ye sevgilerimle birlikte paslıyorum.Almora'da eşlik etsin bakalım...

8 Temmuz 2010 Perşembe

Yeniden doğuş...





YÜKSEK DÜŞÜNCELER
YÜKSEK DAĞLARA BENZER
ALIŞIK OLMAYANLARI ÜRKÜTÜR.
Cenap Şahabettin


Kırılma noktası …Olumsuzluk ifade eden iki kelime gibi … Ama gün olur olumsuzluk ifade etmez.Hatta bu iki kelimenin içinde iyi bir şeyler bile olabilir.İçiniz biraz buruktur ve gözlerini dünyaya ilk kez açmış gibi olduğun bir an yaşarsın, bir pencere açılır; renkleri görürsün, sesleri duyarsın. Kendine bir başka bakarsın, insanlara, dünyaya... Hiç bir şey eskisi gibi değildir, yeni yürümeye başlayan çocuğun acemi ama hevesli adımları gibidir yürüyüşün ama bildiklerinle, getirdiklerinle birliktesindir. Bilmenin ve deneyimin gücü... Silkinirsin ve yeniden başlarsın.

Kartal,kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır.70 yıla kadar yaşayan kartallar vardır.ancak bu yaşa ulaşmak için,40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek zorundadır.
Kartalın yaşı 40`a vardığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır. kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. artık kartalın uçması iyice
zorlaşmıştır.dolayısıyla kartal burada iki seçimden birini yapmak zorundadır:
- ya ölümü seçecektir,
- ya da,yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.
bu yeniden doğuş süreci 5 ay kadar sürecektir. bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde, yuvasında kalır. bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. en sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.