26 Şubat 2011 Cumartesi

ZORUNLU HAYAT





Dün gece TRT Belgesel kanalında "Zorunlu Hayat" belgeselini içim burkularak ve lanet ederek izledim.


- 1990’larda, Doğu ve Güneydoğu’da terörle mücadelede 3 bine yakın köy ve mezra zorla boşaltıldı..


- Kimisi yorganını bile alamadan, kimisi ayakkabısını bile giyemeden kaçtı..


- 4 milyona yakın köylü büyük şehirlere sığındı..


- Onları metropollerde yeni zorluklar ve sürprizler bekliyordu..


- İşleri, aşları, evleri yoktu..


- Üstelik, kendi derdinde olan bazı kentlilerce, dertlerini arttırdıkları için suçlandılar da..


- Ayakta kalmak ve onurlarını korumak için ya birbirlerine daha da tutundular ya da birbirlerini tanımayacak kadar yabancılaştılar, bencilleştiler;kimliksizleştiler..


- Değerleri ve kültürleri gibi ruhları da birer birer eridi, kayboldu..


- “Zorunlu Hayat”, zorla göçe tabii tutulmuş, işkencelere maruz kalmış, her şeylerini geride tüten küller içinde bırakmış Mardin’li bir ailenin onurlu öyküsünü anlatıyor..





Bu trajedilerin son bulması ve yaşanmaması dileğiyle...




16 Şubat 2011 Çarşamba

Nü Peride



“ bir elma için değer miydi ?”


“Nü Peride” Hakan Akdoğan’ın 1998 yılında “Yunus Nadi Roman ödülünü” kazanmış bir ilk roman. Osmanlı devrinde yaşanan iki aşkı, günümüzde yaşanan iki aşka çok güzel bağlayan bir kitap. Peride’nin nü resmi ve hastalıklı bir aşkın günümüzde başka bedenlere yansıması… Aşkın ne denli büyük yıkımlara yol açabileceğinin örneği…

Günümüzde yaşayan sakat bir adamın, sakat kalmasına sebep olan çocukluk aşkı ve bu çocukluk aşkının beraber olduğu diğer adam. Şaşırtıcı bir üçgen. Sonunda bu iki adamın ortak noktası; Osmanlı döneminde yaşamış Halil, Halil'in Peride'ye duyduğu benzersiz aşk ve bu aşkla beraber o dönemde yaşananların konu edildiği asırlık hikaye…


Elma ağacından sevdiğiniz kız için düşerseniz ve kötürüm kalırsanız hayat başka türlü akmaya başlar.. Sevdiği kızla eşit duruma gelmek için onun bacaklarını kırdığı işkence sahnelerinde sinirleriniz dayanmayabilir.

Sondaki "a(v)cı" şiiri bile romanı başucu kitabı yapmaya yetiyor.



"a(v)cı
ya da
sonsöz

sanki kanatlanıp en beklenmedik rüzgarlara karşı dalga dalga uçuyorum...
uçuyorum kuş olmuş bir insan gibi mutlu
mutlu içimdeki karabasanları öldürmek adına
çığlık atıyorum göklere
göklerde anlamsız tedirginlikler yok
yok olmalı zaten bunca yüksekte
ama acı mutluluğun kardeşi
kardeşi değil acı mutluluğun içinde gizli hatta
hatta acı mutluluğun ta kendisi

birden bir acı saplanıveriyor gövdeme
mutluluğun yerine sıyırıp geçmiyor
geçmiyor ki kanadımı yavaş yavaş
yavaş yavaş şekiller çizerek düşeyim
düşeyim ölmeye hazırlanan bir kuş gibi
hayır
en orta yerimden vuruyor birden
birden inivereyim diye

düşüyorum

öylece suskun duruyorum toprağın üzerinde çamur içinde
çamur içinde uçma yasağı, yükselmek yok artık, ayağıma tel bağlıyor avcı
avcı omzuna asıyor kan beynime sıçrıyor ölüyorum sanki
sanki ölüyorum

avcı acı
acı avcı demek

ölüyorum sen başka adam kollarında umursamazken dünyayı -dünyanın içinde ben de varım-
ben de varım sözlerimi anlamazdan gelip başka adam sıcaklığı duyarken içinde
içinde bir şeyler burkulsa yüzün bir an buruşsa ben gelmişimdir aklına zaten
zaten sıyırıp atıverirsin o maskeyi bilirsin
bilirsin o maske bir anlıktı üzmeden geçti
gerçi unutturdu adam sana dudaklarından ıslak bir öpücük gibi çekti aldı beni
beni ve benimle ilgili her şeyi

ölüyorum yokum
yokum artık sevis onunla sayma beni ki ben demeye hakkım yok biliyorum
biliyorum ben yokum senin acımasız dünyanda susuyorum
sus(a)mak hayatımın en önemli parçası ve susmak derimin yüzülmesi ellerimin kanaması
düşlerimi düşündüklerimi isteklerimi hissettiklerimi söyleyememek
söyleyememek en küçük bebeği en büyük mezara gömmek demek öldürmeden hem de
hem de diri diri insan değilsin sen
sen insansın hem de en güzeli
söz veriyorum bu odadan çıkmaz kağıtlar
kağıtlar saklar sırları
sırları bir bana fısıldar kalemim bir de kağıtlara sessizce
sessizce eğilip de kulağına ilk "seni seviyorum"u fısıldadığım gibi

ihanet etmez onlar onca zahmet vererek büyüttüğün saksıdaki çiçekler gibi

sen gider gitmez yeni yapraklar yeni çiçekler fışkırdı gidişini kutlarcasına büyüdüler
oysa senin sesin yerine benim sesim vardı üzerlerinde
üzerlerinde benim kokum vardı benim tenim
tenim sevdi onları her sabah sesim okşadı kadife çiçeklerini ama onlar coştukça
coştukça renkleri kuşlar ölüp bahçeme düşmeye başladılar soğuktan
soğuktan bem de hasta olup yatağa düştü zavallı kuşlar
zavallı kuşlar göçemedi soğuktan
soğuktan yağmur yağmaz oldu hep kar vardı hep kardan adam yaptı çocuklar günlerce
günlerce ben onları seyrettim kıpırdamadan
kıpırdamadan kardan adam oldum
kardan adam oldum burnu havuç gözleri kömür

gel artık havalar ısınınca kardan adamlar ölür

ki gelmezsin biliyorum
biliyorum sen avcısındır
kendimden geçip gökyüzünü seyrettiğim kıyıda kimi zaman
kimi zaman en azılı orospusundur ya da masum bir çocuk nedense
ve nedense hepsinin ortak özelliği benim olmayışın yani sen avcı ben acı
acı yani sen yakan güneş ben kardan adam burnu havuç gözleri kömür

gel artık havalar ısınınca kardan adamlar ölür."


(Resim Manet)