29 Ocak 2012 Pazar

SAVAŞ ATI



ATLAR

Pencereden atları gördüm.

Berlin’deydim, kıştı. Işık
Işıksızdı, gökyüzü yoktu gökyüzünde.

Havanın aklığı ıslak bir ekmek gibi.

Ve penceremden boş bir sirk
Kışın dişleriyle kemirilmiş.

Ansızın bir adamın yedeğinde
On at göründü sislerin içinden
Çıkarken titremediler, ateş gibi,
O saate kadar bomboş olan
Evreni doldurdular gözlerimde. Görkemli, yangınlı
Uzun bacaklı on tanrı gibiydiler,
Yeleleri tuzun düşlerini andırıyordu.

Portakaldan ve evrenlerdendi sağrıları.

Baldı derileri, amber, yangın.

Boyunları gururun taşlarından
Oyulmuş kulelerdi,
Ve kızgın gözlerine güçlü bir dirim
Eğilmişti bir tutuklu gibi.

Ve orada sessizlikte, ortasında
Günün, kirli ve dağınık kışın
Haşarı atlar kan,
Uyum ve yaşamın kışkırtıcı gömüleriydiler.

Baktım, baktım ve yeniden yaşadım:
Kaynağın, altın dansın, gökyüzünün,
Güzellikte yaşayan ateşin
Orada olduğunu bilmeden.

O kapanık Berlin kışını unuttum.

Ama atların ışığını unutmam.

Pablo Neruda



Dünyanın en azametli, en zarif, en güçlü ve en güzel hayvanlarındandır atlar. Her hareketi hatta hareketsizliği estetiğin ayrı ayrı tanımı olabilecek canlıdır. Yıllar yılı üstündekilerle birlikte savaşlara girmiş ölmüş, boyuna koşturulmuş, sakatlanınca vurulmaya razı olmuş.. Zeki,bakışları ve hareketleriyle her istediğini anlatabilen,yeri geldiğinde küsen,inanılmaz derecede duygusal ve asil…Soylu güzelligi , vefakarligi , metaneti , cesareti , akli, gücü ile binlerce yıldır insanoğlunun yoldaşı...



Ve bugün Steven Speilberg’in Oscar adaylarından War Horse filmini izledim. Bir zamanlar çok yakın olan ama kaderlerinin ayrı düştüğü bir atla çocuğun yolculuğunu anlatan etkileyici bir hikaye War Horse.



Albert adında genç bir çocukla sevgili çiftlik atı Joey'nin 1. Dünya Savaşı'nın başlangıcında geçen sürükleyici hikayesini anlatıyor. Joey, Albert'in babası tarafından bir İngiliz süvarisine satılır ve Büyük Savaş'ın arka planında sıra dışı bir yolculuğa çıktığı cephe hattına gönderilir. Joey, yolculuğunun her adımında karşısına çıkan engellere rağmen karşılaştığı bütün hayatları etkiler ve değiştirir. Arkadaşını unutamayan Albert, arkadaşını bulup eve getirmek amacıyla Fransa'daki savaş meydanına gitmek üzere evden ayrılır.



Atın savaş boyunca yaptığı sıra dışı yolculuğu anlatan film duygusal sona yaklaşırken atın karşılaştığı herkesin- İngiliz süvarilerin, Alman askerlerinin, bir Fransız çiftçi ve onun torunun - hayatlarını nasıl değiştirip onlara ilham verdiğini konu ediyor.



12 Ocak 2012 Perşembe

LA ROXELANE





Pek dizi izleyen biri değilim ama ilk bölümden itibaren ” Muhteşem Yüzyıl” tutkunu oldum çıktım.Elbette bunun nedeni Süleyman değildi. Kadınlarla dolu dış dünyaya kapalı bir yapıydı beni diziye çeken.Zaten bugüne kadar pek konuşulmuş bir yapı değil “harem”. Kimbilir arkasında ne hikayeler, ne acılar var. Osmanlı tarihi boyunca yığınla kadının yolu oradan geçmiş veya orda noktalanmış. Harem müthiş bir hiyerarşinin yaşandığı, entrikanın mücadelenin olduğu, başarının sultana yakın olmakla ölçüldüğü bir yer.Ve yüzyıllarca süren imparatorlukta duyduğumuz kadın isimleri bir elin parmakları kadar.. Hürrem Sultan’da bunlardan biri…Diziyi de ilgiyle izlememin nedeni, her ne kadar kurguda olsa, bir kadının o yapı içinde bütün teamülleri alt üst ederek verdiği varolma mücadelesi.

“Gerçek adı Alexandra Anastasia Lisowska. Osmanlı Sarayı'da Kanuni Sultan Süleyman tarafından Türkçe'de neşeli, soylu kişi anlamına gelen Hürrem adı verilir. İşte Osmanlı'nın en güçlü kadınlarından Hürrem Sultan'ın çeşitli tarihçilerden kısa yaşam öyküsü:

Hürrem Sultan Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk nikah kıydırtan sultandır. Hürrem Sultan'ın sarayda cariye maaşı aldığı ve bu paraya ihtiyacı olmadığı için parasını Mekke'ye bağışlamak istediği söyler. Ancak kölelerin dini yerlere (Mekke, Medine vb.) bağış yapması günah kabul edildiği için Kanuni'den onu azat etmesini ister. Kanuni Sultan Süleyman da bağış için Hürrem Sultan'ı azat eder. Hürrem artık cariye değildir. Bir gün Kanuni Hürrem Sultan'ı odasına çağırttı ama Hürrem bu teklifi reddetti. Kanuni'ye, “Artık ben sizin malınız değilim. Beni kölelikten azat ettiniz. Sizinle beraber olmam zinaya girer” der ve bu nedenle Kanuni Sultan Süleyman Hürrem Sultan'ı nikahına almak zoruna kalır.

Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman'a bir kız, dört erkek çocuğu doğurdu. En büyük oğlu Mehmet Şehzade tahta çıkamadan öldürüldü. İkinci oğlu Selim tahta çıktı. Diğer çocukları da Beyazıt ve Cihangir Şehzadelerdir. Kızı Mihrimah Sultan'ı Vezir-i Azam Rüstem Paşa ile evlendirerek Vezir-i Azam'la bir ittifak oluşturur. Kanuni, yeniçeriler tarafından çok sevilen oğlu Mustafa'yı kendisini tahttan indirmeyi planladığı inancıyla öldürtür. Hürrem Sultan'ın Kanuni'yi bu kararda etkilediği inancı yaygındır. Şehzade Mustafa'nın öldürülmesinden sonra Mahidevran Sultan iyice gözden düştü. Yaşamının büyük bir bölümünü fakir olarak oğlunun mezarının bulunduğu Bursa'da geçirdi. Devlet yönetiminde etkili olan Hürrem Sultan, İran savaşını destekledi. Ruslar ve Lehlerle barış içinde yaşanılmasını sağladı. Hürrem Sultan 18 Nisan 1558 tarihinde eşi Kanuni Sultan Süleyman'dan 8 yıl önce 52 yaşındayken öldü.

Batı'da Roxelena adıyla bilinen bu güçlü sultanın ünü çağları ve ülkelerin sınırlanın aşıp yaramaz bir çocuk gibi oradan oraya koştururken,klasik dönem bestecisi Franz Joseph Haydn'a çarpmıştı.Haydn'ın Hürrem Sultan'dan esinlenerek bestelediği 63.Senfoni ,'La Roxelane'adıyla da anılıyor zaman zaman.Haydn,Hürrem Sultan'ın çağdaşı değildi.Franz Joseph Haydn dünyaya geldiğinde Hürrem Sultan'ın ölümünün üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçmişti.Ancak ün de aynı müzik gibi zamana boyun eğmiyor”


Şimdi düşünüyorum da belki bazı Türk erkekleri Hürrem Sultan'a küsmüştür. Çünkü o Padişah'a bir kadını sevmesini, tek kadınla yaşamasını öğretti. Çok erkek için bu gerçekten çok zor...

3 Ocak 2012 Salı

Sonsuzluk Ve Bir Gün


"Neden bütün hayatım sürgündeymişim gibi geçti? Neden sadece ve sadece kendi ayak seslerimi duydum evin içinde?"





İthaka

İthaka'ya doğru yola çıktığın zaman,

dile ki uzun sürsün yolculuğun,

serüven dolu, bilgi dolu olsun.

Ne lestrigonlardan kork,

ne kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon'dan.

Bunların hiçbiri çıkmaz karşına,

düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu

ince bir heyecan sarmışsa eğer.

Ne Lestrigonlara rastlarsın,

ne Kikloplara, ne azgın Poseidon'a,

onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,

kendi ruhun onları dikmedikçe karşına.

Dile ki uzun sürsün yolun.

Nice yaz sabahları olsun,

eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde

önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin!

Durup Fenike'nin çarşılarında

eşi benzeri olmayan mallar al,

sedefle mercan, abanozla kehribar,

ve her türlü başdöndürücü kokular;

bu başdöndürücü kokulardan al alabildiğin kadar;

nice Mısır şehirlerine uğra,

ne öğrenebilirsen öğrenmeye bak bilgelerinden.

Hiç aklından çıkarma İthaka'yı.

Oraya varmak senin başlıca yazgın.

Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın.

Varsın yıllarca sürsün, daha iyi;

sonundakocamış biri olarak demir at adana,

yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin,

İthaka'nın sana zenginlik vermesini ummadan.

Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka.

O olmasa, yola hiç çıkmayacaktın.

Ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka.

Onu yoksul buluyorsan, aldanmış sanma kendini.

Geçtiğin bunca deneyden sonra öyle bilgeleştin ki,

Artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini

İthakaların.

Konstantinos Kavafis

Önemli ve değerli olan İthaka'ya kavuşmak değildir, aslolan, varmaya çalışırken yapılan yolculuğun ta kendisidir.

Angelopoulos'un Eternity And A Day ismiyle bilinen en önemli yapıtlarından biri bu film.Filmde,yaşlı bir şairin son günlerinde, hayatın en değerli izlerinde yaptığı yolculuk döner gelir küçük bir göçmen çocuğun omuzlarına konar.Sarı yağmurlukla bisiklet sürenler, bayraklı bir eylemci,otobüste konser verenler ve daha birçok şey...Eleni Karaindrou'nun muhteşem müzikleriyle, sinemanın Homeros'undan , beni çarpan bir film....


- yarın ne kadar sürer ?

- sonsuzluk ve birgün kadar...