25 Haziran 2010 Cuma

Ben bir mülteciyim..





"ben bir mülteciyim
yüreğimde yaşıyorum
esir değil kul hiç değil
kendimde yaşıyorum
ben bir mülteciyim
burda aslında sınır yok
kazanmak kaybetmek yok
bu güçten daha büyük güç yok
ben bir mülteciyim
kendi yüreğimden başka
sığınacak yerim yok yurdum yok
tüm kitapların arasında kurutulup saklanan
anılarla dolu bir yerdeyim
tüm sözcüklerin cümlelerden kurtulmuş gibi
incitmeden özgür kalabildiği yerdeyim
ben bir mülteciyim "

Yaraya tuz değil merhem , dokunulmaz bir yalnızlığın ,içindeki gücün, her şeye rağmen ilerleme gücünün destanı belki de bu şarkı...


(Resim maskeler serimden)

16 Haziran 2010 Çarşamba

The Trendy Blog Ödülü



Sevgili JİVAGO, bloğumu The Trendy Blog ödülü ile ödüllendirmiş.Kendisine çok teşekkür ediyorum.Bu ödülün yaratıcısı The Trendy Treehouse adlı blog sahibiymiş.JİVAGO’nun önerisine uyup , bu bloguda inceledim.Ama , google translate’in gözü kör olsun.Abuk sabuk çeviri yapıyor.

Trendy Blog Ödülü'nün yerine getirilmesi gereken kuralları da şunlarmış :

- Bloğunuzda ödülle ilgili post hazırlamak. (Size ödülü veren kişiye teşekkür etmek.)
- Postunuzda, bu ödüle uygun bulduğunuz 10 blog arkadaşınızı belirtmek.
- Postunuz'da, ödülün logosunu yayınlamak, (Trendy Treehouse URL linki vererek.)
- Ödülü verdiğiniz 10 blogcuya, aynı kurallarda kendi seçecekleri 10 blogcuya haber vermelerini sağlayacaksınız.

Ve işin en zor yanı…

Agin
Ayşegül
BOŞLUK
Ezgilimelodi
Feyzanın güncesi
Gereksiz yazılar
Gözümün Gördükleri
Esmir
Ruhum özgür
Siyah kelebek

Sevgilerimle…



10 Haziran 2010 Perşembe

Soraya'yı Taşlamak




Şu günlerde Khaled Huseyni’nin Bin Muhteşem Güneş romanını okuyorum.Afganistan’da Taliban dönemini anlatıyor ve ağırlık Afgan kadınları.Okurken yeterince gerildiğim yetmezmiş gibi üstüne bir de Soraya’yı Taşlamak filmini izledim. İzlenmesi zor bir film.
Tamamı ile gerçek olaydan yola çıkılmış. Konu recm (taşlanarak öldürülme).

"olmayın riyakârlık edenlerden
bir yanda yüksek sesle
Kuran'ı dillendirirken
öte yanda ahlaksızlığını
sakladığını zannedenlerden"

İran'ın büyük şairi Hafız'a ait olan bu dizelerle başlıyor film.



İran’da, bir gazeteci arabası bozulduğu için izbe bir kasabada mahsur kalır. Burada Zahra adında bir kadına rastlar ve onunla sohbet etmeye başlar. Zehra yeğeni Süreyya’nın hikayesini anlatmaya başlar. Amacı, gencecik bir hayatın sönüp gitmesine neden olan bu olayı tüm dünyanın öğrenmesidir. Süreyya, daha genç bir kadınla beraber olmak için kendisinden kurtulmak isteyen kocası tarafından sadakatsizlikle suçlanmış; kimseyi suçsuz olduğuna inandıramamış ve köy halkı tarafından recm edilmiştir.

Soraya’yı Taşlamak filmi, insanın kanını donduran ve gerçeklerle insanın yüreğini acıtan bir gerçeği gözler önüne seriyor.Gerçek hikaye tüylerimi diken diken etti, Hele Süreyya’nın ve diğer kadınların bunu kabullenişi,taşla öldürülme alanına gidiş ve bekleyiş…İlk taşı babasına attırmaları, sonra kocası ve oğulları… Atılan her taş, beni irkiltti sanki bana geliyordu o taşlar…Tekbir getirerek taş atan o vahşi sürü…Çok sarsıcıydı.İzlenmesi gereken bir film Soraya’yı Taşlamak…

Öte yandan, ülkemizde de üstü kapalı bu infazlar işleniyor bizde de örflere sığınılıyor. Hemen her gün başka isimlerde, başka kentlerde kadınlar öldürülüyor.İnsanın en temel hakkı olan "yaşam hakkı" namus gerekçesiyle yok ediliyor.

Kadın özgürleşirse toplum özgürleşir.

3 Haziran 2010 Perşembe

Orman diyor ki ...




"Orman diyor ki: "bir sırrım var benim."
yeniden ormanda olmak..biraz ürküntü biraz
yabancılaşmayla acemice adımlar atarak ona geri
dönüyorum. Çamurda devasa izler bırakarak...
kayıp düşmemek için çalılara tutunan çok daha
becerikli küçük hayvanları taklide çalışan hantal,
gürültücü bir yaratık...Utanç içinde anlıyorum ki
çevremi kuşatan gerçeklik denli gerçek değilim.
Sonunda yol veriyor dikenli dallar, ağaçlar
utangaçlıklarından sıyrılıyor, ılık, nemli bahar
ikindisi bir yelpaze gibi açılıyor, Ormanın berrak,
yabanıl çağrısına bırakıyorum kendimi,
bir ezgiye bırakır gibi. Duyduğum ormanın
yürek atışları, ki kimileri sessizlik der.
Orman diyor ki : " İşte yüzün!
kendi yansımana sadık kal, çünkü o senin yazgındır."
Irmak boyunca yürüyorum, ufuktaki karlı dağa doğru..
Ağaçlar doğurmaya hazırlanan kadınlar gibi cesur ve
mağrur. Orman, Uzun Uyku'dan uyanmanın mahmurluğu
içinde gülümsüyor.Onun gölgeli, ıslak gülümsemesi
bana yaşama karşı duyulan susuzluğu hatırlatıyor,
hatırlatıyor ve yatıştırıyor.
Yürümeyi yeniden öğreniyorum. Öfkeli kalabalıklardan,
şehir denen o rastlantıyla bir araya gelmiş kabileden",
şehrin şiddetinden, tehlikelerinden, çukurlarından
uzakta, kıyasıya vuruşan saf bencilliklerden,
gündelik yaşam adıyla sahnelenen, bütün bu kıyımları
gizleyen gösterişli kabareden uzakta...
yeni doğmuş bir tay ayakta durmayı nasıl öğrenirse,
öğle öğreniyorum yürümeyi.
Orman diyor ki : "Yeniden dirilmeyi umuyorsan, toprağa
gömülmen gerek, yalana değil. Bir ağaç gibi köklerini
derinlere sal ki karanlıkta büyüyebilesin."
Bir tapınağa girercesine girmeli ormana, ulu , yüce ve
aşkın olana kabul edilmenin verdiği güvenle, benliğini
terk ederek.. Ormanın patikalarında , dünya yüklendiği
anlamdan giderek uzaklaşıyor, ağırlığını yitiriyor.
Kendimi bir kabuk gibi geride bırakıyorum.
Bir çift kanat ediniyorum, yavaşça yaşamın katına
yükseliyorum. İnsanların dünyasından, iliğine dek
canlı bir dünyaya adım atıyor, unutulmaya yüz tutmuş
sırrı dehşet içinde yakalıyorum: Bende canlıyım,
orman gibi, iliğine dek canlı.
Orman diyor ki : "Gerçek olmak, yaşamı üstlenmektir."
zaman alıyor ormanın dilini çözmek. O bekliyor.
Soluk alıyor , veriyor, bekliyor. Bütün çağrıları,
çığlıkları yanıtlıyor. İnsanı iliğine dek yakalayan,
geçmiş çağların titreşimi.
Orman diyor ki : "Hissetmek zor iştir. İnsanlar
kendilerine ait olması gerektiğine inandıkları bir
şeyin eksikliği olarak yaşarlar onu. Parmak izleri
öfkedir-kendi başını sokan bir yılandır öfke-
kaba saba elleri sözcüklerle doludur, ağız dolusu
yargı yağdırırlar, yanıtları dinleyecek sabırları
yoktur. Özgürlük bir sırdır, orman gibi.
Orman diyor ki: "Bu gece dolunay çıkacak."
İşte o zaman gözlerini kapat. Çünkü dolunayda eğitilmiş
çakallar dışarı salınır, zayıfları, sakatları, yaralıları
avlamak için, burun delikleri nemli ve açık, dişleri keskin,
gözleri kan ve duman dolu.. Yere serilen, tökezleyen,
güçten düşen kim varsa onu bir çembere alırlar,
gırtlağına pençelerini geçirmek için. Görevleri yırtıcı
olmaktır. Bir çembere alıp gözlerinin içine bakarlar.
(İşte o zaman gözlerini kapat.) Korkaktırlar aslında,
sürüler halinde dolaşmaları bundandır.
İnsan kokusu kadar hiçbir şey korkutmaz onları.
Orman diyor ki : "Dünya sana öfkelenecek,
sen ona benzeyene değin. Dünya seni yaralayacak,
sen dünya olana değin. " Tek cesaretim, korkaklığım.
Ama artık korkumdan daha büyüğüm. O elimden tuttuğu
için. Orman benim sırrım. Karanlığı bekliyorum,
orman gibi.
Orman diyor ki: "Aşkı küllenmiş bir sözcük sanmıştım."
Aşk bir cehennemmiş. Orman diyor ki: "Cehennemden
sakınanlar, onu yitirirler." Günü geldiğinde gidecek.
Limanda dimdik duracağım, bir zamanlar elimi tuttuğu
için dimdik...Sonra kendimi yakacağım,
güverteden dumanı izlesin diye.

Bir sırrım var benim: Bu gece dolunay çıkacak.


(Aslı Erdoğan – Bu yolculuk ne zaman biter)





( Resim Ben Groossens )