27 Mayıs 2010 Perşembe

Ruhunuzu yüzünüze giyebilecek kadar cesur musunuz? (8)




"geceyi düşleriz gündüzken,
geceyken de gündüzü,
yitirebileceklerimiz yitiktir
onlardan uzaktayken ama
özleriz, döneriz yeniden
yitirmeden
yitirebileceklerimizi
yitiremediklerimize.
yitirebilirdik, deriz;
ama yalnızca bir fiil çekimi bu
tutsaklıklara bağlamışız özgürlüğümüzü.
gündüz yarasalarıyız biz."


(Az önce bitti resim. Rötuşlar gerekiyor ama dayanamadım koydum hemen...)
( Dize Oruç Aruoba )

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Başlıksız...




"Uzun uzun bir yağmuru okudum,
Uzun ıslığını taşıdım rüzgârın,
Uzak bir kıyıya mektup yolladım.
Döndüm, derinde dövdüm kendimi.
Duydum, kırıldı içimde tuz sesi
Bir derine ağladım."

(Keder saldı içime bir denizden bir midye,
Taşı gördüm ağırlık indi dilime)


(Dize Birhan Keskin)

14 Mayıs 2010 Cuma

Nostalji... Ödül...




Şarkılarla ağladık, şarkılarla güldük, şarkılarda ayrıldık, şarkılarda üzüldük.
Anlam gitti, zaman geçti, şarkı devam etti.
Şarkı: geçmişin zamansız hatırası, istenilse de unutulamayan kısmı.

Ah bu şarkıların gözü kör olsun…


(Resim Deviantart)


-----------------------------------




Sevgili ruhum bu şirin ödülü göndermiş bana.Kendisine çok teşekkür ediyor ve kendi tatlılığı diyorum :)Şartları da varmış bu ödülün ;

-Bu ödülle ilgili bir post hazırlayınız ve ödülü kimden aldığınızı cümle aleme duyurunuz :)
-Ödülü blogunuza koyunuz ki gören ne kadar tatlı olduğunuzu anlasın:))
-Bu ödülü on tatlı blogger’a gönderiniz
-Ödüllendirdiğiniz 10 kişiye yorumla haber veriniz ki onlarda sevinsin
deniyor.

Ama ayırım yapamadığımdan tüm dostlara diyorum.




10 Mayıs 2010 Pazartesi

Ruhunuzu yüzünüze giyebilecek kadar cesur musunuz? (6)





"Koza için hayatın sonu olarak görünen şeyi, ustalar kelebek olarak görür."

Kaderini ancak sen keşfedebilirsin, senin için hazırlanmış yolu ancak sen bilebilirsin. Orası kalbinin seni davet ettiği yoldur. Nasıl ki koza kelebeği bilmez, halbuki kaderidir onun kelebek olmak. Ancak cesur olursa, cesaret ederse bir yumağın içinde sıkışmış kalmışlıktan, kabuğunu kırarak gökyüzüne, özgürlüğe kanat çırpar. (Robin S.SHARMA)


Bu günler de pek çalışkanım.Bir resim daha bitti.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Çocuk



ÇOCUK
Çevirdim gözlerimi
Kopkoyu bir karanlığa,
Simsiyah bulutların
İçinden
Geceye düşmüş hüzün..
Ey çocuk!
Ağıttır sesin kulağımda.
Bir güz yaprağı gibi
Döne döne çık gel sen
Ellerinde
Eylül bahçeleri kokan
Yıldızlarla...
Raksetsin
Düş perdelerimde
Masum tebessümlerin,
Kanatlarında
Melekler ışıldasın...
Düşür yüzünü yüzüme,
Sen aydınlat gecemi
Ve silinsin dünyadan
Bütün kötü çehreler..
Hadi tut ellerimi!
Tut ki,
Tertemiz masallarda
Büyüteyim seni...

ZEUGMA

Sevgili Zeugma büyük bir incelik gösterek, daha önce yapmış olduğum bir resme, bu harika dizeleri yazdı ve birbirinden güzel şiirlerini yayınladığı KASIMPATI isimli blogunda yayınladı.Kendisine teşekkürlerimi ve sevgilerimi gönderiyorum.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

6 Mayıs 1972




nasıl bir kara lekedir bu,
bir ülke için,
insanlık için...

artık sadece şekilde kalıyor sevmeler, anmalar,anlamalar...
oysa gençliğe ne kadar da güvenmişlerdi,
nasıl umut bilmişlerdi.

acaba bi daha gelseler ne derlerdi?
acaba hiç öldüler mi?
kimin yüzüne tükürüverirlerdi,
kimin yüzüne tükürün derlerdi?
yine emperyalizme ve yine onun uşaklarına ve yine gençlere
çünkü onlar hiçbir zaman vazgeçmediler
idam edilirken bile tereddüt etmediler...
Onlar:Deniz Gezmiş,Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan
Üç fidan,6 Mayısı'nda 72'nin
darağacında üç taze fidan...



1970'li yıllar...
Asalet sıradandı, herkeste vardı.
Zor okunan kitapları bile kolayca okurdu gençler.
Kızların etekleri kısaydı, erkeklerin saçı uzun, ne fark eder.
Kadının ruhuna bakılırdı, erkeğin kafasının içine.
***
Ölüme kafa tutardı gençler, kimseyi lafa tutmazdı.
Destansı öyküsü vardı her birinin.
Gözaltına alındılar ama el üstünde gittiler mahşere.
Herkes bir düşüncenin peşine takıldı.
Oy karşılığı buzdolabının, bir torba kömürün peşine takılmadılar ya!
***
İşçilerin adam yerine kondukları yıllar.
Öğretmenlerin hayata katıldıkları mevsimler.
İnsanlar aşk yumağı.
Bedenler yere serilse de, ruhlar ayakta.
Varsın gaz ve yağ kuyrukları olsun.
Şimdiki gibi şerefsizlik kuyrukları yoktu ya...
***
Mahalleler masumiyet beldesi.
Camilerde siyasetin zerresi mevcut değil.
Şarkıcılar parmakla gösterilirdi, her mahallede bir tiyatro.
Futbolcular bile adam gibiydi.
Radyonun başında dönerdi dünya.
Bir televizyonumuz vardı, varsın sansürü olsun.
Şimdiki televizyonlar gibi, zehir kutusu değildi ya.
***
Bir kargaşa vardı yalan değil, bir kapışma...
Labirentin bir ucu "Bağımsız Türkiye"ydi, öbür ucu "Milliyetçi Türkiye."
Karartma gecelerinde bile hepsinin rüyası aydınlıktı.
1970'li yılların gençliği, tuzağa düşmeyi bildiler,

ama sadece kendilerini
yaktılar.
***
Bütün kötülüklerin anası 1980'dir.
Ve ardından gelen yıllar!
Haysiyetle yapılan sözleşme, yüreklerde bozulduktan sonradır ki...
Toplum da büyük bir hızla bozuldu.
O yüzden, insanlar o yıllardan kalan bir şarkıyı bile duysa,

kendilerini
kaybediyorlar.
Çünkü hepsi biliyor...
Kaybettiklerinin, bir daha asla kazanamayacak kadar değerli olduğunu...