30 Kasım 2009 Pazartesi

İlk karma sergiden



Bu resimleri daha önce tek tek koymuştum ama sabah ilk katıldığım karma serginin fotoğraflarına baktım, tekrar paylaşmak istedim. Ocak 2008 tarihinde , altı resimle ilk karma sergime katılmıştım.Bu yaz da, Hacı Bektaş Şenlikleri 'ndeki karma sergiye, hocam sevgili Işık Çuhacıoğlu sayesinde, son üç resmimle katıldım.(Laf aramızda, bulgar , makedon ressamlar da vardı :) )Ama maalesef kendim gidemedim Hacı Bektaş'taki sergi açılışına.Kesin karar verdim, büyüyünce ressam olacağım :)) Artık şu yaz rehavetini üstümden atıp, bu hafta tekrar fırçaları alıyorum elime.Kışta gelmek bilmiyor ki...


28 Kasım 2009 Cumartesi

Sesinin yettiği kadar...


Hiçbir neden yokken, sesinin yettiği kadar bağırdın mı hiç? Avaz avaz bağırmak,insanın kendi kendine uygulayabileceği en etkili terapi yöntemi belki de...Belki can sıkıntısından doğan bir eylem ama sanırım insanı rahatlatan bir eylem.Bana öyle geliyor ki, sesimin yettiği kadar, avaz avaz bağırabilsem gökyüzüne doğru,içimdeki kızgınlığı, kırgınlığı, istekleri atmosfere bırakacakmışım, hafifleyecekmişim ...Hani, ara sıra, çok kişide olur ya, "çıkıp dağın tepesine, avaz avaz bağırıcam" diye...Büyük kentlerde yaşamanın eksisi işte :)İlla bir tepeyemi çıkıp bağıralım avaz avaz ?

Bakın, İtalo calvino nasıl yazmış...

kaldirimdan indim, birkac adim gerisin geriye yurudum, ve caddenin ortasindan ellerimi borazan yapip apartmanin
tepesine bagirdim: "teresa!"

ayisiginda golgem ayaklarimin altinda kipirdandi.

birisi geliyordu. yeniden bagirdim: "teresa!" adam yanima geldi: "daha yuksek sesle bagirmazsan seni duymayacak.
birlikte deneyelim. uce kadar say, ve beraber bagiriyoruz." "bir, iki, uc" dedi ve beraber bagirdik: "tereeeesaaaa!"

sinemadan veya kahveden cikmis olmalilar, ufak bir arkadas grubu geliyordu, bizi gorduler. "biz de yardim edelim"
dediler. caddenin ortasinda bize katildilar, ilk adam "bir iki uc" dedi, ve her beraber bagirdik: "te-reee-saaa!"

baska birisi daha gelip katildi; on bes dakika icinde neredeyse yirmi kisi olmustuk. arada yeni katilanlar da oluyordu.

uyumlu, ayni anda bagirmak icin organize olmak kolay olmuyordu. hep ya birisi once basliyordu, ya da digerlerinden
gec bitiriyordu, ama sonunda iyi bir hale getirdik bagirmamizi. ilk "te" kalin sesle ve uzun soylenecek, "re", ince ve
uzun, "sa", kalin ve kisa, boyle anlastik. harika bir ses cikiyordu. sadece arada bir, birisinin sesi gidince ufak bir
gurultu, o kadar.

tam dogru bir sekilde yapmaya baslamistik ki, sesi, yuzu benli biri cagrisimi yapan birisi sordu: "iyi de, evde olduguna
emin misin?"

"hayir", dedim.

"iste, bu kotu" dedi baska biri. "anahtarini unuttun, di mi?"

"isin asli", dedim, "anahtarim var."

"e, peki", dediler, "neden yukari cikmiyorsun?"

"haa, ama ben burada oturmuyorum", dedim. "sehrin obur tarafindayim"

"peki oyleyse", dedi benli adam, "merakimi bagisla ama burada kim oturuyor?"

"hic bilemiyorum" dedim.

biraz kafalari karisti.

"peki, rica etsem aciklayabilir misin" dedi, catlak sesli biri. "neden burada durmus teresa diye bagiriyorsun?"

"valla, bana kalirsa" dedim, "baska bir isim de bagirabiliriz, veya baska bir yere gidip orada da bagirabiliriz.
farketmez benim icin."

biraz bozuldular.

"bize bir oyun oynamiyordun umarim" dedi, benli adam supheyle.

"efendim?" dedim, kizginca, beni desteklemeleri icin digerlerine dondum. digerleri ses cikarmadilar, ne olup bittigini
anlamadan bakiyorlardi.

bir tedirginlik oldu.

"hadi", dedi biri iyi niyetle, "son bir kez bagirip eve gidelim"

bir kere daha bagirdik: "bir, iki, uc. teresa!", ama bu sefer cok guzel olmadi.

sonra, herkes evine, baska baska yonlere dogru yola koyuldu.

obur caddeye sapmistim ki, birisinin hala bagirmakta oldugunu isitir gibi oldum: "tee-reee-sa!"

birisi kalmis, bagirmaya devam ediyor olmaliydi. inatci birisi...

25 Kasım 2009 Çarşamba

Görünmez Kentler



B

ir kentte hayran olduğun şey onun yedi ya da yetmiş harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır.



(Resim Jacek Yerka)

24 Kasım 2009 Salı

Eğitim neferlerine


İ

lkokulda çok öğretmenim oldu benim.Babamın memur olması ve siyasi nedenlerle, sürekli tayin durumundaydık ve  sadece 5.sınıfı beş ayrı şehirde okudum düşünebiliyor musunuz ? Bu nedenle hiçbir öğretmenimle öyle unutamadığım bir yaşanmışlığım yok ne yazık ki !Tecrübeli olduğumdan çocuklarımı büyütürken okul konusunda hiç kaygılarım olmadı :). Şanslı çocuklardı çok iyi öğretmenlerde okudular. Kızım ilkokulda iken sınıf anneleriydim. Bir sorumluluk üstlenincede hakkını vermek için elimden geleni yaptığımdan (her ne kadar kızım nefret etse de bu durumdan) devamlı okuldaydım.Bir gün, üst sınıfların bilgi yarışması nedeniyle öğretmenleri sınıfta olamayacaktı ve benden sınıfta durmamı çocuklara göz kulak olmamı rica etti.Kendisi de her teneffüste uğruyordu. Her uğradığında da, -ne oldu size? yüzünüz çok sararmış- diyordu.Son derste artık baş ağrılarıda başlamıştı.Eve savaştan çıkmış gibi döndüm :). Bütün gece, baş ağrısına kulaklarımda ki çocuk uğultuları eşlik etti :) O gece, tam anlamı ile inandım ki, öğretmenlik çok özel bir meslekti ve büyük bir özveri gerektiriyordu.
Bütün öğretmenlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum.

"Okullarda öğretim vazifesinin güvenilebilir ellere teslimini, ülke çocuğunun, o görevi kendine hem bir meslek, hem bir ülkü sayacak üstün ve saygı değer öğretmenler tarafından yetiştirilmesini sağlamak için öğretmenlik, diğer serbest ve yüksek meslekler gibi, aşama aşama ilerlemeye ve her halde zenginlik sağlamaya uygun bir meslek haline getirilmelidir. Dünyanın her tarafında öğretmenler, insan toplumunun en öz verili ve saygı değer unsurlarıdır. (1923, Ankara) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. I, s. 317) "



22 Kasım 2009 Pazar

Nokta





Bu gece TRT2 de bir derviş Zaim filmi izledim.Nokta.Derviş Zaim'in daha önce "Filler Ve Çimen" ile "Tabutta Rövaşata" filmlerini izlemiştim.Tabutta Rövaşata daha sonra tekrar tekrar izlediğim bir film oldu.

Nokta'da, bir hat talebesi(Ahmet), 13.yüzyıldan kalma çok değerli bir Kuran-ı Kerim'i satması için bir arkadaşına aracı olur ve gelişen olaylar onu hiç istemediği bir noktaya sürükler.Artık vicdan azabıyla başbaşadır.
Film, suç-ceza, iyi-kötü gibi kavramları tartışmaya açıyor.Hayrullah hoca ile Ahmet'in diyaloglarında görüyoruz bunu.
"Şayet tanrı varsa, neden dünyada kötülük var? Dünya daha iyi bir yer olamazmıydı? İyilik yapma hakkımız olduğu gibi, kötülük yapma hakkımızda var." Filmin finalinde,vicdan azabına nokta konulabilir mi cevabı...Ve filmin kilit cümlesi "Afalallahu anh" (Allah onu bağışlasın)Filmin afişinde yer alan yazı ve nokta olan insan.Afişte anlamlı bir detay.

Film Tuz Gölü'nde çekilmiş( temiz bembeyaz bir kağıt gibi).Tek bir mekan.Geçişler tuz ve gökyüzü görüntüleri ile.
Kısaca, ilginç ve izlenesi bir film.

21 Kasım 2009 Cumartesi

Başlıksız



M

arlowe, Stein'la konuşuyor:
"Doğruyu söylemek gerekirse Stein," dedim, "buraya ilginç bir mahluktan söz etmeye geldim."

İnanmayan, gülünç bir hevesle, "kelebek mi?" diye sordu.

Birden cesaretim kırıldı;garip, derin kuşkulara kapıldım: "öyle mükemmel bir şey değil sözünü ettiğim," diye cevap verdim. "Bir insan!"

(Joseph Conrad, Lord Jim)

20 Kasım 2009 Cuma

Pandora'nın Kutusu


Vizyondayken izleyemediğim, Yeşim Ustaoğlu'nun "Pandora'nın Kutusu" filmini nihayet izledim dün gece.Alzheimer olduğunu öğrendikleri anneleri vasıtasıyla bir ara gelen- ki, herbiri diğerinden farklı sorunun ve hayat standartının içine sıkışıp kalmış-üç kardeşin hikayesi.Ve tabi annelerinin...
Hasta annelerinin aralarına katılmasıyla, günümüz toplumsal yaşamın parçaladığı hayatlarındaki, ilişkilerindeki süre giden eksiklikler ve çarpıklıklar ortaya dökülüyor.Bir yabancılaşma filmi gibi nitelendirilsede, bence bir yüzleşme filmi.Film bunları ortaya dökerken, Nietzsche'nin
"umut en büyük kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır" sözündeki gibi, sanki, burdan umut çıkmaz demekte.Ama gündelik hayatın içinde kaybolmamaya, görülür hale gelmeye ihtiyaç var.Umuda ihtiyaç var.

Haberci Tanrı Hermes Olimposa giderken sırtında çok uzaklara götürmesi gereken sandığı Pandora ve eşine bırakır. Pandora merak eder kutuyu açar kendine ve eşinin üzerine pişmanlık, kızgınlık, kibir vs. gibi kötü özellikler, yaşadıkları mutlu ormana vede bütün dünyaya türlü türlü kötü özellikler yayılır. Son anda Epimetheus sandığı kapatır. Sandığın içinden bi ses gelir.Sandıktan gelen cılz ses -Lütfen beni çıkarın . Dışardaki kötülüklerle ancak ben başadebilirim- der. Bu sefer Pandora ve eşi birlikte açarlar sandığı. Sandığın dibinde bir kelebek vardır. Sandığın içindeki kelebek de Umuttur.


Son söz, çok beğendim.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Hayat...





Hayat içinde çeşitli kısır döngüleri barındırır
ama
bu demek değildir ki
hayat
öyle kolayca özetlenen bir şeydir.

17 Kasım 2009 Salı

Yağmur...





birden serçelerle indi yağmur
ama hangisi serçe
hangisi yağmur
Melih Cevdet Anday

Yağmur bir umudu simgeler, bir hüznü simgeler, bir varoluşu simgeler.

Yağmurla birlikte etrafta
boş boş dolaşmak
bağırmak
şarkı söylemek (sesim bed olsa da )
ya da
insanları izleyerek
sakin sakin
yürümek.


16 Kasım 2009 Pazartesi

Okumak ve izlemek üzerine...



T
akmaya çalışırken kuyruğunu,
Birlikte yaptığımız şeytan uçurtmasının,
Görürdüm çırpınırdı ufacık kalbin.
Hatırımdan bile geçmezdi,
Sana duyduklarımı söylemek.
Acaba hala yaşıyor musun?

O.Veli

Bu yaz, Khaled Hosseini'in Uçurtma Avcısı romanını okumuştum.Dün gece filmini izledim.Şundan iyice emin oldum ki, okuduğunuz kitabın daha sonra filmini izlemeyeceksiniz veya önce filmi izleyeceksiniz.Aynı duyguyu İsabel Allende'nin Ruhlar Evi'nde yaşamıştım.Kitabı okumuştum, bir destandı üç kuşağı içine alan...Filmde, aradaki bir kuşak yoktu. Tabi senarist ve yönetmende haklı ancak sığdırmışlardı bir kuşağı atlayarak.Hadi o çok uzun bir romandı.Ya Uçurtma Avcısı ?370 Sayfalık bir kitap ve Emir ile Hasan'ın dostluğu,daha doğrusu arkadaşlık, dostluk, sadakat adına çok önemli bir karakter olan Hasan çok eksik kalmıştı,daha sonra Talibanı ifade edecek olan Asef karakteri filmin ilk yarısında yeterince vurgulanmamıştı.Böyle olunca, Emir'in vicdan azabı ve vicdan muhasebesi havada kalıyordu.
Salkım Hanımın Taneleri filminde tam ters bir durum yaşamıştım.Filmi izledikten sonra, sinemadan çıkar çıkmaz kitabı almıştım.Çok beğendiğim bir filmdi ve kitabı da okuyunca herşey daha yerine oturmuştu.
Sanırım bundan sonra kitabını okuduğum hiçbir filmi izlemeyeceğim.

(Dip not-Lise yıllarımda, tiyatro oyunları da okumak gibi bir alışkanlığım vardı ve edebiyat öğretmenimle aram çok iyiydi.kompozisyonlar da hep tam nottu. Bir de şimdi yazabilsem :) )


13 Kasım 2009 Cuma

Yüzünü aradım geçtim...





Birbirini tekrarlayan günlerin yaslı boğuntusunda nedir aradıkları insanların? Bu koşuşturmada, bin telaşla herkes birileriyle bir mutluluk düşü kuruyor; o düşle ıslanıyor, o düşle uyuyup uyanıyorlar; sonra düşleri de yakıyor günler. Bu kez yeni bir düş daha kuruyorlar; sonra bir daha, bir daha!


Bütün düşleri yakıyor günler…


Yaşam yanılmanın, insanlar yanıltmanın ustası oldukça, yine yeni düşler deniyor ve deneniyorlar…İşte her düşün peşine bir şarkıyı takıyorlar. Düş gidiyor, peşisıra şarkı da…Birde(n) paramparça oluşunu görüyorlar düşlerin.Her düşle bir şarkıyı yakıyorlar… Şarkılar yakıyorlar, şarkılar yakıyorlar; şarkılar onları yakıyor sonra.


/İnsan,

insanın diyalektiğine tükürüyor; insanı yakıyorlar!/


(Yılmaz Odabaşı-Yüzünü Aradım Geçtim yazısından)


9 Kasım 2009 Pazartesi

Başlıksız...


D

Dünyanın en berbat espirisine malzeme olmuş durum...Hani, iki göğsün tam ortasına gelip yerleşen kocaman bir ağaçkakan gagalayıp durur kalbinizi, oturunca daralırsınız, kalkınca yorulursunuz, yatınca uyuyamaz, uyuyunca uyanamazsınız.Yok yok, yaşamın karşıt anlamı ölüm değildir.Can sıkıntısıdır...Offfff...

7 Kasım 2009 Cumartesi

Bir fotoğraf...


N

Ne güzeldir buz gibi soğuktan, sıcacık bir eve girmek.Soğuktan titrerken eline tutuşturulan sıcacık bir çay...Yıkanmış, ütülenmiş mis gibi kokan yatak takımlarının arasında uykuya dalmak ne güzeldir.Ne güzeldir, yağmurdaki toprak kokusu ve arkasından açan güneş...Şanslıyız değil mi? Peki, ya kazanılmadan kaybedilmiş bir geleceğin herhangi bir yerindekiler ?





5 Kasım 2009 Perşembe

İmkana tutuldum...





Şiir, bizi ayıran, birleştiren, ufkumuzu genişleten, ufkumuzu çizen ırmaklarla akar önümüzden, ardımızdan, aramızdan...Bu şiir sence ne anlatıyor, diye soracak olan varsa: Kime ne? Asıl size ne fısıldıyor?

BALİNA
Göğü gördüm imkâna tutuldum düşü sevdim
dalıp çıkmalarım "orda bir şey"e dönüktü
kaç kez bir şey, başka bir şey
sıçradım hem yittim
hem belirlendim
derin durdum, teknenin altına girdim
sarstım
sarsıldım vuruşun gitgide usta vuruşuydu
sustum düşe düştüm
senin mi kan, yaralarımdan mı
hey kaptan
ne balinayım ben şimdi inadı içinde
ne senin mavi balinan

Gülten AKIN



4 Kasım 2009 Çarşamba

2 Kasım 2009 Pazartesi

Kuşlarla...







Kuşlar uçar,
Ben koşarım."
Onların kanatları var,
Benim kanadım kollarım.
Kuşlar kanadını çırpar,
Ben de kolumu sallarım.
Uçun kuşlar, uçun kuşlar,
Hepinizle yarışım var.

Tevfik FİKRET


1 Kasım 2009 Pazar

Yaz İzmir'de bitti...



Beş gündür İzmir'deydim.Ankara'yı bıraktığımda yazdan kalma günler devam ediyordu.İzmir'de hala yazdı.Metin Altıok postunu koyduğumun ertesi günü,Dünya Barış Anıtı'nda, Sivas'ta katledilenlerin anıtını görmek iç burkucuydu.

Bu arada bir senedir Ankara ve İstanbul'da arayıp bulamadığım, artık basılmadığını söyledikleri, Selim İleri'nin "Anılar, Issız ve Yağmurlu " kitabını İzmir'de bulmam çocuklar gibi sevindirdi beni.
Can dostumla beş güzel gün geçirdikten sonra Ankara'dayım.Kış gelmiş.İbrahim Sadri'nin dizelerinden bir bağlama yapalım...

Kimbilir
Belki de artık üşümeliyim
Hey sonbahar
Ben şimdi seni sevmeliyim
Yaz bitti

Ay düştü
Mavi neonları söndü
Sahil çay bahçelerinin
Ortalıkta birkaç sarı yaprak
Yarım bir çay
Ve sadece hatıralar, var
Yaz bitti

Sakın kışı sevmediğimi sanmayın! Kış kadınıyım ben :)