30 Mayıs 2009 Cumartesi

Rubai ..


eylüle girdim eylüle girdim

her ömrün bir eylülü vardır

onca yaşadım

şimdi bildim

Murathan Mungan

29 Mayıs 2009 Cuma

Az kaldı ..





Ahmet Yorulmaz' ın " Ayvalık'tan Cunda'dan" kitabının arka kapak yazısı şöyledir:" İnsanlar ikiye ayrılabilir.Ayvalık'ı görüp ona bağlananlar, ondan vazgeçemeyenler..Bir de henüz Ayvalık'ı görmemiş olan ama yolu birgün mutlaka Ayvalık'a düşecek olanlar ..."



Ben birinci gruba girenlerdenim.Açık maviden koyu maviye uzanan denizi, imbatı, meltemi, hırçın poyrazı ve çığlık çığlığa balıkçı motorlarını takip eden martılarıyla anayurdum gibi...



Bir kasaba ne kadar sevimli olabilir ? sorusunun cevabı benim için ilk görüşte sevdalandığım Ayvalık' tır.Biliyorum Amerika'yı yeniden keşfetmek gibi düştüğüm bu notlar.Hiç yaşamadığım bilmediğim zamanları hayal ettiğim, buram buram tarih kokan dar sokaklar, eski Rum evleri ve zeytin kokusu az kaldı geliyorum..






Kidonia ( Ayvalık )


Maziden atiye tenhalaşır tepeler. Tersine işler burda takvimler.Asma dalında sarmaşık gönüller, Kidonya''da birleşir eller. Biraz muhacir, biraz yörük... Deli dolu, ama doyasıya yaşanır seherler. Güneşe mahmur uyanır gözler, yakamoz sarhoşluğuna yakalanır yürekler. Dolunay sevdasında geceler, karanlığı içer, içer......


Martı gagasında kahkaha,

Yosun kokusunda papatya,

Patricia ahhh Patricia

kollarında;

Yarım kalan sevdalar,

Islak ninniler söyler ya

İşte ben ona vuruldum,

Orda vuruldum sana

Kidonya!


Romen yaprak,

Ebruli Ekinezya...

Günışığında muhacir dansı,

Zeytin dalında kırmızı kanarya.

Sonbahara ilk imza,

Nisanda açelya...

İnadına,

İnadına ilkbahara açar ya,


Hayat;

Üzüm dalında pinokyo,

Ağır, aksak uzar...uzar ya

Budama bahçıvan, budama!

Aksın gün,

Aksın Nur şaraba,

Çok yakışıyor, çok yakışıyor

Aşk Ayvalığa.


Nurhayat Nalçacı

26 Mayıs 2009 Salı

Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan, Güneş kucağındadır, bilemezsin. Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür, Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın. Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın. Uçar gider, koşsan da tutamazsın...

William Shakespeare

Unutmak üzerine..

"M , o akşamüstü- göğsündeki garip sızıyla geçmişi olmayan- ansızın bir güne uyandı.Belleği onu hafifmeşrep bir sevgili gibi terketmişe benziyordu..." cümleleriyle başlar Mehmet Eroğlu "Belleğin Kış Uykusu"nda"..

Hayat denilen şey, unutulması gereken travmalar toplamı mıdır?Unutmanın karşıtı hatırlamaktır.Unutmak - hatırlamak - tekrar hatırlamak üzere unutmak.İnsan aklı unutmakla yaralı...Hepimiz çocukluk yıllarının yolunda giden anılarını değilde, örseleyici taraflarını anımsarız.Unutmak bazen tanıklıkların reddidir.Unutmamak bazen zulümdür.Unutmak vefa özürlü bir eksik bakıştır.

Nietzche, hayvanların geçmişi hatırlamamasının mutsuzluklarını engellediğini öne sürer ama aynı zamanda da mutlu olmalarını...Geçmişimizin izleri, hayat öykümüze eklenmek üzere beklemeli arşivlerimizde..İçinde bir tutam sevgi olan hayatımızdan, ne kadar kötü olursa olsun vazgeçebilirmiyiz ? "Sitem yok ömrümden geçenlere "diyebildiğimiz zaman birer ozanız..



dalgaları aşmak

22 Mayıs 2009 Cuma

Sonbahar




Biraz gecikmeli olarak nihayet Özcan Alper'in "Sonbahar" filmini izledim.Kimileri tarafından , saçma sapan, acemice olarak değerlendirilse de,minimalist bir yaklaşımla, az diyalogla , müziklerle çok şey anlatılmış ve bence çok etkileyici anlatılmış..Boşa giden hayaller, yitirilen sağlık ve hayat..Asla pişmanlık yok ama hep bir hüzün var..İçimde hissettim o hüznü..12 Eylül 1980 öncesi ve darbesini bilmiyenlerin filmden zevk alması oldukça zor..Kısa ve öz bir dönem filmi ..özellikle final sahnesindeki ağıt insanı darmadağın ediyor..

19 Mayıs 2009 Salı

Korku Gecesi ..


Çocuk ama çocukluktan uzak,ana-babaları olsa bile, hep bir tarafları eksik..Sevgi ve şefkate duydukları özlem akranları kadar olsa da, azla yetinmeyi bilen, bir gülümsemenin bile yettiği çocuklar.. Yurt çocukları..
Dünyaya gelmeyi onlar talep etmedi ve başkları çizdi onların kaderini..
Fatma ve Mine..biri ondört diğeri onyedi yaşında.Bir gece, her zaman yanlız oldukları dünyalarında, alevler içinde kaybolup gittiler. Kayan yıldızlar gibi..O kısacık hayatlarında neler hissettiler, neler hayal ettiler umutları neydi kimse bilemiyecek.
Arkalarından ağlayanlar, Fatma ve Mine'yi unutamayacak olanlar, çığlık çığlığa birbirlerine sarılarak o alevler içindeki korku gecesini yaşayan diğer çocuklar..


dalgaları aşmak

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Yılmaz Odabaşı'ndan..


TEĞET

Herkes kırılamaz;
bazen ince bir dal olmak gerekir
kırılmak için:

Ama dünya kütüklerin…

Ağlayamaz herkes;
ağlayabilecek kadar büyümek gerekir:

Dünya ise küçüklerin…

Sevemez herkes;
bir orman olmak gerekir sevmek için:

Bak ki dünya çöllerin…

Ve vâkur bir damla olmak
dalga için.

Katılmak okyanusa aşk için, isyan için

Ardından..


Bir hayata bu kadar çok şey sığdırabilen ender insanlardan biriydin...İsa'dan yaklaşık ikibin yıl sonra, anadolu'da cüzzamla savaşan bir melek gibi çıktın ortaya..Toplumun dışına ittiği cüzzamlıları öptün kucakladın..Ve kökünü kazıdın cüzzamın..

Gittiğin yörelerde kadınların, kızların eğitimsizliğine, hor görülmesine tanık oldun.bu tanıklığını cehaletle savaşa döndürerek, yıllar içinde binlerce öğrenciye ışık oldun.

Ne mutlu sana ki inandığın değerler için sonuna kadar savaşmış bir insan olarak gözlerini kapadın..ve arkanda bu değerlere sahip çıkacak bir sürü insan bırakarak..

Yıldızlar üstüne yağsın Türkan hoca..

17 Mayıs 2009 Pazar

Bir yarışma daha geçti ..

"Hadise" dördüncü oldu....
Hala, şarkıcıların değil, şarkıların yarıştığını öğrenemediğimiz, komplekslerimizi aynen sürdürdüğümüz de ortada..Hadise iyi bir şarkıcı , Türkiye ve Yunanistan'a favori gözüyle bakılırken (ki her iki şarkıda club tarzı ve biri dişiliğini sergilerken diğeri erkekliğini sergiliyordu) Norveç'ten Alexander Rybak elinde kemanıyla çıkıverdi..
Tabi Norveç birinciliği alınca, yine kuzey ülkelerinin birbirine torpili gündeme geldi.. Ama Balkanlardan gelen Türkiye 'yide kapsayan torpil dayanışma olarak hoşgürüyle karşılandı..:))

16 Mayıs 2009 Cumartesi

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, rededilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.’’ W. Shakespeare

15 Mayıs 2009 Cuma

Sözler ....


Fotoğraf gibi birşeydir bu, nasıl fotoğraf kareleri zamanı anlık olarak durduruyor ve parlak bir kağıtta sunuyorsa, söz vermekte sunum yapmaktır karşıdaki insana veya insanlara..

İnsan hayatı genel olarak başkalarını mutlu etme, bekleneni sergileme üzerine kurulu olsa da, gerçekten başkalarını mutlu etmek için mi sözler veriyoruz ? Yoksa günümüz kaypak ve kaygan dünyasında rastgele bir alışkanlık mı oldu?

Eee ne diyelim !

O zaman "çok söz verecek kadar aceleci, tutamıyacak kadar unutkan olma"




dalgaları aşmak

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Okuduklarımdan (1)

"İnsanlığın en büyük icadı ne yazı, ne de Tanrı; ruh; evet, sadece ruh. Oysa çürüyüp yok olacak bedenimize ölümsüzlük ekleme çabasından başka nedir ki ruh? Ölsek bile bir parçamızın yaşıyor olacağı düşünü canlı tutmaya çalışmak… Boş bir umut yani; düpedüz yalancılık, kutsallıkla maskelenmiş bir sahtekarlık hem de."(Mehmet Eroğlu - Zamanın Manzarası, syf: 42)


"Galiba mutlu insan yok, sadece mutlu olmaya çalışanlar var. Mutlu olabilen çıksaydı, şimdiye haberimiz olurdu. Yazdığımız, şarkılaştırdığımız, resmini çizmeye çalıştığımız hala hep mutsuzluk… Mutluluk, mutsuzluğun aksine, kısa ömürlü; çabuk tükeniyor…" (Zamanın Manzarası, syf: 199)


"Kıyıcılık ve merhametin birlikte var oluşunun, başka canlılarda olmazken insan türünde ortaya çıkışı ne trajik bir zıtlık. Ve bu zıtlığa beynimiz ev sahipliği yaparken acısını yüreğimiz çekiyor." (Zamanın Manzarası, syf: 240)


"Tüm insanlığın edinmesi gereken bilinçten söz ediyorum. Tanrı'yı icat ederken gösterdiğimiz o basiret gibi bir zihin uyanışı gerekli bize. Bir tür kavurucu sezgi, bir kıvılcım. Yaratıcı bir kavrayış…" (Zamanın Manzarası, syf: 361)


"Çıldırmışken, çıldırmamış gibi yaşamaktan bıktım…" (Zamanın Manzarası, syf: 431)

12 Mayıs 2009 Salı

Kediler için neler dendi?



Kediler gizemli yaratıklardır... Sizi mi seviyorlar yoksa yalnızca lütfedip evinizde mi kalıyorlar asla bilemezsiniz. Onları son derece çekici kılan bu gizemdir. (Paul Moore)



Minicik bir kedi yavrusu bir sanat şaheseridir. (Leonardo da Vinci)



Bir kedi daha? Belki. Sevginin de mevsimi var. Tohumlar yeniden ekilmeli. Ama bir aile kedisi, eskimiş bir palto ya da patlak bir lastik gibi değiştirilemez. Her kedi yavrusu kendine özgü bir büyük kediye dönüşür. Ben dört kedi yaşındayım. Yaşamımı, birbirlerinin yerine gelen ama asla birbirlerinin yerini almayan dostlarımla ölçüyorum. (Irving Towsend)



Bir kedinin öfkesi muhteşemdir; saf kedi aleviyle yanar, bütün tüyleri dimdik olur ve herbiri cızırdayan mavi kıvılcımlar saçar. Gözleri ise içinin aleviyle ışıl ışıldır. (William S. Burroughs)



Küçük tüylü yaramazlar yalnızca bütün duygularınızı boşalttığınız derin, çok derin kuyulardır. (Bruce Schimmel)



Kedinin kalpsiz olamayacak kadar derin bir ruhu vardır. (Ernest Menault)



Bütün hayvanlar arasında yalnızca kedidir yaşamı seyreden. Varolmanın döner dolabını mesafeli bir konumdan izler. Kedide sempatik olma kaygısı yoktur. Yalnızca yaşar, uzak, dingin ve bilge. (Andrew Lang)



Kedi gösterişli bir imparatordur, tebaası olmayan tek imparator! (Ayhan Kurt)



Sevgilinizle birlikte uyuyup uyumamak tercihinize bağlıdır, oysa kedinizle evliliğinizde bir önşarttır. (Marge Piercy)



Kedinin duygusal dürüstlüğü tamdır. İnsanlar çeşitli nedenlerden duygularını saklayabilirler ama bir kedi asla. (Ernest Hemingway)



Köpek düzyazıdır, kedi ise bir şiir. (Jean Burden)



Yavru kediden daha cesur bir kaşif yoktur. (Jules Champfleury)

Kedi sevmek,kedinin,kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir...(Bilge Karasu)

pamuk,fıstık,behlül,Dudu, güdük, rüstem, topik, mavi cadı, fidelio, çekiç, ponçik, komik, kara, arap, nina, pati, pamuk, mestan, sarman, tosun, zerrin, gülfem, nazlı, fındık, samur, hanım, sultan, prenses, kara kız, yumak, karbeyaz, mercan, boncuk, zeynep, sarı, behçet, gümüş, yumuk, tip, sokak kızı mizi, müdür bey, boşnak osman, neslihan, çizmeli kedi, pehlivan, kınalı, mısır, kiraz, bico, zorba, fato, menekşe, io, tipex, apto, efe, kına, minik, portakal, uzunçorap, kütkuyruk, susam, elsa, korsan, bekir, uğur, minnoş, mumbey, kont,

Adını saydığımız/sayamadığımız bütün kedilere selam

Yabanıl, dolaysız, güçlü, güzel, zarif..yani KEDİ ler



Kedileri hep nankör bulurlar, ama ben tam tersini düşünürüm.. Bence en doğal, en sade, en dürüst güdülerin sahibidir kedi.. güdülerine birşeyler için kilit vurmaz.. seviyorsa dibine kadar sever, sevmiyorsa yüzüne bakmaz.. ona gösterdiğin tavrının direk karşılğını sana oyunsuz verir.. Hiç bir gidiş nedensiz değildir, gitmesi gerektiği için gidiyordur.. bence bu bencilce bir tavır da değildir.. aksine güçlü ve duru bir atraksiyondur..Severim kedileri ve çok da benzetirim kendime genel ruh halerini.. Güdüleri gitmesi gerektiğini söylemiştir.. nedeni çoğunlukla kendinde gizli.. bu tavır onu gaddar, duygusuz, nankör gibi sıfatlara büründürse de, ben tam tersini düşünüyorum.. " doğal, dürüst " bir tavır olarak aslında.. hatta çok güçlü, çelik gibi bir yaratık .. Biz insanoğlulları güdülerimizi bazen o kadar yoğun bir kaosa sokarız ki, ne gitmesini biliriz , ne vazgeçmeyi biliriz.. Sıfırlanmış bir duygunun bekciliğini yapmak istemiyordur gider.. hani bizim hiç cesaret edemediğim şeydir bu aslında.. gitmemek, vazgeçmemek için bir sürü neden bulup, esir ederiz kendimizi bir varlığa.. gördüğümüz şeyi yaşamak istemeyiz.. ruhumuzda biten birşeyi, bedenimizle yaşamaya zorlarız..



Kediler Krallara Bakabilir'den
Herşey iyi de, diyeceksiniz, kedi sevmek nedir? Kedi sevmek insanları, sokakları ve şeyleri sevmekten farklı birşey mi? Bilge Karasu, 'kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir' der bir masalında, ben bu farklı sevme biçimini bundan daha iyi tanımlayan bir cümleye rastlamadım bugüne dek. Sahip olmayı yadsıyarak, ya da, sahip olmamayı göze alarak sevmek insanoğluna pek güç gelir. Sevgiyle mülkiyet duygusu öteden beri ortak yaşardır onda, sevgi bağını çoğu kez de tek yanlı, gerçek bir bağ haline sokmaya alışmıştır. Sevdiği kişinin bağımsızlığına da, kendi bağımsızlığına da kolay kolay katlanamaz. Bunu eleştiri, suçlama konusu saymamak gerek gene de: İnsanlar, eninde sonunda, kedi sevenler ve sevmeyenler olarak da pekala ikiye ayrılabilirler. Bir de, benim gibi, yolun sonuna varamayacağını bile bile kedi sevmeyi öğrenmeye çalışanlar vardır.Kedinin sevgi 'anlayış'ındaki farklılık, gülünç gelebilir ama, farklı bir mantığa bel bağlamasından gelir. İnsanlar, kendi doğalarının terimleriyle sevgisiz, hain ya da bencil sayarlar ya kediyi, onun herhalde bu tür kaygıları yoktur. Oynaşmak; sevmek, sevilmek istediği an buradadır. İstemediğinde çekip gider, sizin doyumunuz yarıda kalmış, ona vız gelir.
Enis Batur
onlar krallara bakabilirler ve hatta onları tırmalayabilirler de.Kralları yaşattığımız küçücük ülkelerimizde, insanların kedilerden öğrenebilecekleri çok şey var .



dalgaları aşmak

Yaratıcılık üzerine

Aranmadan ansızın akla gelen düşünceler, çoğunlukla en değerli olanlardır ve bu yüzden korunmalıdırlar, çünkü nadiren tekrar gelirler ...

11 Mayıs 2009 Pazartesi

İnsanın,kendinin i. dünyasına bakmak istemediği zaman bahaneler bulması dünyanın en kolay şeyidir.Dıştan bir suçlu herzaman vardır.Suçun -ya da daha iyisi sorumluluğun - yalnızca bize ait olduğunu kabullenmekcesaret ister.İlerliyebilmek için tek yol budur.Eğer yaşam bir yolsa,her zaman yokuş yukarı giden bir yoldur..

Benden .. (yağlıboya çalışmalar)







İNAN BATMIŞ ŞEHİRLER GİBİ ONARILMAZ ANILAR


Biri beyaz biri kara iki kedi.. birbirlerinin omzuna kollarını dolamışçasına birbirlerine şefkatle sarılarak, birbirlerine dayanarak yola çıkmışlar. Gölgeler akşamüstünü söylüyor. Yorgun bir günün sonunda eve dönüyorlarmış gibi. Yüzlerini görmüyoruz ama eminim mırıl mırıl konuşuyorlardır. Belli sınanmış, denenmiş bir dostluk bu, uzun yolları da göze alabilen bir dostluk Ya biz, binde bir karşımıza çıkan dostluk, arkadaşlık, sevgililik fırsatlarını ne yapıyoruz? Akşam üstünün bir saatinde yorgun gövdemizi yaslayıp mırıl mırıl konuşabileceğimiz, omzumuza dolanan bir kolun, başımızı yaslayabileceğimiz bir omzun, belimizi kavrayan bir elin, uzun yollara dayanıklı ayakların sahibi karşımıza çıktığında tanıyabiliyor muyuz onu, değerini biliyor, biricikliğini, benzersizliğini anlayabiliyor muyuz? ... Yoksa hayatı sonsuz, fırsatları sayısız sanıp kendimizi hep ilerde bir gün karşılaşacağımızı sandığımız bir başkasına, bir yenisine ertelerken hayat yanımızdan geçip gidiyor mu? karşımıza çerken çıkmış insanları yolumuzun dışına sürüklerken bir gün geri dönüp onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz? Hayat her zaman cömert davranmaz bize, tersine çoğu kez zalimdir, her zaman aynı fırsatları sunmaz, toyluk zamanlarını ödetir. Hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların, eskitmeden yıprattığımız dostlukların savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız bir gün... Bir akşamüstü yanımızda kimse olmaz, ya da olanlar olması gerekenler değildir. Yıldızların bizim için parladığını göremeyen gözlerimiz, gün gelir kayan yıldızların gömüldüğü maziye kilitlenir... Kedilerin özel bir anını yakalamak gibidir kendi hayatımızdaki olağanüstü anları ve olağanüstü kişileri yakalamak. Bazılarının gelecekte sandıkları 'bir gün' geçmişte kalmıştır oysa; hani şu karşıdan karşıya geçerken, trafik ışıklarında rastladığınız, omzunun üzerinden şöyle bir baktığınız sonra da boşverip 'Nasıl olsa ilerde bir gün tekrar karşıma çıkar.' dediğinizdir. Oysa tam da o gün bu zalim şehri terk etmiştir O, boş yere bu sokaklarda aranırsınız...
Murathan Mungan

HAYAT GÜL KOKULU BİR SAĞANAK YİNE



Gözlerimin önünde ıslak dağların kabaran yalnızlığı.
Ne varsa uçurumlar eşiğinde,
hüzünlerle yalpalayan ne varsa,
gözlerimin önünde
ve hayat gül kokulu bir sağanak yine…

Bir şeyler anlatmak istiyor hayat
ve alıp götürmek bir şeyleri kurt sofralarına…

Gün batıyor...
Gün batıyor bukağısı paslı bir sevinç oluyor yalnızlığım.
Unutuyorum sevgilim suretini;
durgunluğum “niçin”di unutuyorum…

Gün batıyor...
Gün batıyor ürkek yıldızlar dolanıyor yalnızlığıma.
Umurumda değil ne bu yağmur ne ayaz
ne de bu kerpiç kokusu havada;
unutuyorum, sabaha kadar, gün batıyor.
Geciken sabahlara koşuyor kuşlar
gözlerimin önünde
ve hayat gül kokulu bir sağanak yine…
Yılmaz Odabaşı